İslam Hukuk Felsefesi “ Makasıdü’ş Şeria” (2)

İslam Hukuku, İmamlar ve Mezhepler: Tarihi bir inceleme

İslam Hukuku Nedir;

Yazar bu kısımda İslam Hukukunu “fıkıh” ve “şeriat” terimleri üzerinden değerlendirmiş ve iki kavramı birbirinden ayırmıştır. İslam hukuku terimi,Kur’an ve Hadislerde genel olarak anlama,kavrama ve din bilgisini kazanma şeklinde tarif edilmektedir. Mezhep imamları devrinin sona ermesinden bu yana ise;(  التفصيلية  أدلة من  الشرعية بالاحكام  العلم ) ” Ayrıntılı delillerden çıkarılan pratik şer’i hükümlerin bilgisi” olarak tanımlanagelmiştir. Bundan dolayı fıkıh itikadi bir mesele değil ameli meselelerle sınırlandırılmıştır. Ayrıntılı deliller ise Kur’an ve hadislerden çıkarılmaktadır.

Her ne kadar bedensel cezalara atfen kullanılan “şeriat” terimi İngilizcede olumsuz çağrışımlar yapsada aslında Kur’an’da kullanımı ve tarifi daha farklıdır. Örneğin Maide suresinde “şir’a” veya Casiye suresinde “şeriat” kelimesi hayat tarzı anlamında kullanılmıştır.

Bazı teorik ve pratik nedenlerden dolayı şeriat kavramı ile fıkıh kavramı birbirinden ayırt edilmelidir. Teorik olarak iki terim iki farklı anlam ifade etmektedir. Sistem terimini kullanacak olursak fıkıh İslam Hukukunun bilişsel kısmını şeriat ise bu hukukun semavi kısmını temsil etmektedir.Dolayısıyla “kavrayış”,”tasavvur”, ve “idrak” sahibi kimseler için fakih kullanılırken, öte taraftan Şari Allah’ın bir ismi olup “Kanun koyan” anlamına gelmektedir ve insanlar için kullanılmaz.

Yazarın vurguladığı önemli noktalardan birisi ise fıkıh ve şeriat terimlerinin bulanıklaştırılmasıdır. Nitekim bu iki terimin bulanıklaşmasıyla iki büyük sorun ortaya çıkmıştır;Karşılıklı tekfir ve İslam hukukunun yenilenmesine karşı direnç.Geçmişte olduğu gibi günümüzde de,İslam hukukundaki ihtilaflardan dolayı dinden dönme suçlamaları, şiddet ve hoşgörüsüzlük ideolojilerini beslemeye ve birlikte yaşama kültürünü ve özgürlükleri bastırmaya devam etmektedir. 13. Yüzyılda  İbn Salah’ın kendi talebelerine, felsefe hocalarına karşı kılıç kullanmayı tavsiye etmesi, Sünni-Şii çatışmalarının Basra,Bağdat,Kerh şehirlerinin yıkılması ve yağmalanması buna örnek olarak verilebilir.

İslam hukukunda “Kanun ve Örf”; Kanun farsça bir kelime olan kanun Arapçalaşarak ilkeler yada usul anlamını kazanmış ve 19.Yüzyıldan itibaren yazılı kanunlar anlamına gelmiştir. İslamı hukukun kaynaklarından biri olarak onaylayan yazılı kanunlar,doğrudan fıkhi fetvalardan yani mezheplerden birinin yada daha fazlasının görüşlerinden çıkarılabilir.

Örf  ise kelime anlamıyla adet daha doğrusu toplumun onayladığı güzel bir adet anlamına gelir.İslam Alimlerinin bir çoğu örfü tek başına hukuk kaynağı olarak görmemiş onu İslam hukukunun uygulanmasında etkin bir rol olarak görmüştür.

2-İslam Hukuk Okulları

 

Yazar bu kısımda ise Peygamber’in vefatından sonraki dönemden çöküş dönemi diye tabir ettiği dönemine kadar ki dokuz mezhebin tarihi gelişimine ilişkin bir değerlendirme sunmaktadır.Daha sonra usul teorilerinin gelişimini tarihi bağlamını ele almaktadır.

A-Peygamber Sonrası Dönem

Peygamberin vefatından sonra sahabelerin içtihadına dair çeşitli rivayetler mevcuttur. Ya doğrudan Kur’an ile yada peygamberin aldığı kararların aktarılması ile gerçekleştirilmiş ve uzlaşmaya dayalı bir yol izledikleri ortaya çıkmaktadır. Daha sonraları İslam Devleti’nin genişlemesiyle farklı medeniyet ve kültürlerle etkileşime giren sahabeler içtihad yapıp kendi maslahat anlayışlarını uyguladılar örneğin Fethedilen araziler (arzı meftuha), emekçi yükümlülüğü,Kur’an’ın toplanması gibi.

Ancak değişik faktörlerin oluşması ashab arasındaki fıkhi görüş ayrılığın getirdiği ve içtihad yöntemine bağlı olarak hukuk eğilimlerinin sınıflanmasına katkıda bulundular.Bu eğilimler  “Ehli Rey” ve “Ehli Eser”i oluşturuyordu. Bu iki eğilimin oluşmasına yol açan ana sebepler ise; Siyasi ve mezhep çatışmaları,sahabelerin göç etmesi ve o zaman ki imamların kişilikleri şeklinde özetlemek mümkündür.

İlk olarak Hz.Osman’ın öldürümesiyle büyük çatışmalar meydana geldi ve sahabe arasında çeşitli siyasi bölünmeler gerçekleşti. Siyasi farklılıklar itikat meselelerindeki felsefi farklılıkları doğurunca siyasi çatışmalar, mezhepçi bölünmelere neden oldu. Bu siyasi/mezhepçi rekabetler hukuk üzerinde önemli etkisi olan uydurma hadislerin ortaya çıkmasına neden oldu.Bu sürecin içerisinde bizzat bulunan bazı raviler kendi mezheplerini ve görüşlerini veya siyasi önderlerini meşrulaştırmak için uydurma hadis yoluna gittiler.

İkinci olarak o zamandaki imamların kişilikleri talebelerini dolaysıyla öğrencilerini ve sonuçta bölgelerinde ortaya çıkan ekolleri etkilemiş oldu. Bunun tipik örneğini Abdullah ibn Ömer ile Abdullah ibn Abbas arasındaki görüş ayrılığı oluşturur.Ebu Cafer Mansur, Malik ibn Enes’ten Muvatta’yı yazmasını istediğinde ona şunları söyleyerek bir yöntem çerçevesi çizdiği rivayet edilir; “ Bir kitap telif et ki, insanlar faydalansınlar ve o kitapta İbn Abbas’ın hükümlerinden ve İbn Ömer’in katılıklarından uzak dur.” İbn’i Ömer katı biriydi abdest alırken göz kapaklarının içini yıkayarak gözlerine zarar vermişti. İbn Ömer’in kişiliğinin etkisi öğrencileri Nafi,Salim ve Süleyman b. Yesar gibilerinde görülebiliyordu. Yine İbn Abbas’ın yumuşaklığı ve alicenaplığı fetvalarında ve öğrencileri Cabir b. Zeyd, İbrahim Nehai ve Said b. Müseyyeb gibilerinde görünebiliyordu. Bununla birlikte yazar Hz.Aişe’nin bazı rivayetlere getirdiği eleştirilerin Hanefi Mezhebi’ne kadar geldiğini belki bunun nedenin Hz.Aişe’nin öğrencileri olan Şabi ve Hammad’ın Ebu Hanife’nin hocaları olmasına bağlıyor.

Son olarak, ilk hicri yüzyıl, sahabilerle başlayan bir göç hareketine şahit oldu; Irak Ali b. Ebu Talib ve çocukları, Abdullah b. Abbas, Muhammed b. Mesleme, Usame b. Zeyd ve Ebu Mesud Ensari gibi bir çok sahabenin vatanı haline geldi. Mısır ise Amr b. As ,Kays b.Saad, Muhammed b. Ebu Bekir,Ammar b. Yasir ve diğer bazı sahabilere yurt oldu. Suriye Abdullah b. Ömer, Şurahbil,Halid b. Velid, Dehhak B kays, Muaviye ve Ümeyyeoğullarından bir çok kişinin yurdu haline geldi. Bir çok sahabi ise Mekke ve Medine’de kaldı. Bu göçlerden dolayı İslam hukuku yeni coğrafi ve kültürel boyutlar kazandı.

Ehli Rey ve Ehli Eser bahsi geçen etkenlere iki şekilde tepki gösterdi;

  1. Ehli Rey genellikle uydurma hadislere tepki göstererek “ahad”(yeterli sayıda ravi tarafından nakledilmeyen) ve “mürsel”(kesintili) ravi zincirlerini kabule yanaşmayan ehli rey, yeni sorulara cevap ararken, Kur’an da genel ifadelerle (umum) zikredilen ilkelere başvurmaya yöneldi. Nihayet bu yöntem “kıyas ve ve istihsan” usulü haline dönüştü. Bazı Irak fakihleri yöntemlerinde akla başvurmalarıyla o kadar öne çıktılar ki kimi Medine fakihleri onları Kıyas’ı Hadislere tercih etme ile suçladı.
  1. Ehli Eser Uydurma Hadis olgusuna, yeni sorunlara yaklaşımları daha farklıydı, ravilerin hayat hikayelerini inceleyerek dürüstlüklerini teyit etmek ve karşılaştıkları cevapsız sorulara doğrudan yada dolaylı dilsel delalet yoluyla uygun bir hadis aramak şeklindeydi. Ehli Eser genel olarak hadisleri, kıyasa tercih ediyorlardı.

Günümüz bazı araştırmacıların sandığı gibi Ehli Rey ile Ehli Eser’in arasındaki fark, Liberaller ve Gelenekçiler arasında yaşanan çatışma gibi değil. Nitekim iki yöntem de Nassa ve hadise dayandığı için gelenekseldir. Ancak ehli Rey gelenekleri daha akli bir tarzda ele alırken Ehli Eser daha lafzi bir şekilde ele almaktaydı.Yani bu iki okul nassların uygulanmasındaki iki alternatif yöntemi temsil ediyordu.



İmamlar devri

Hicri 2. Ve 3. Asırlar İmamlar Devri diye isimlendirilebilir.Bugun bildiğimiz geleneksel fıkıh mezhepleri o dönemde yaşamış ve çeşitli imamların ismiyle anılmıştır. Yazar bu kısımda dokuz mezhebi değerlendirmiş ve onlar çerçevesinde imamlardan gelen nakilleri ve usulleri değerlendirmiştir. Bu mezhepler; Şafii,Maliki,Hanefi,Hanbeli,Şia(zeydi,Caferi),İbadilik ve Zahirilik.

İmamlar arkalarında bir çok içtihad ve fetva bıraktılar. Bu fetvaları verirken de kendi içtihad yöntemini geliştirmişti. Ancak imamlar arkalarında yöntemlerine ilişkin teorik bilgi değil, şifahi yada yazılı hadis rivayetleri ve fetva külliyatları bıraktılar bunun tek istisnası İmam Şafii’nin El-Risale’siydi. Diğer mezheplerin usulleri daha sonraları aynı ekolden gelen bazı fakih alimler tarafından gerçekleştirilmiştir. Hanefi Mezhebi’nde Pezdevi ve Serahsi usul kitapları yazdılar, Maliki Mezhebi’nde Ebu Bekir ibn Arabi ve Şehabeddin Karafi, Hanbeli Mezhebi’nde İbni Teymiye ve İbni Kayyım’ın etkisi olmasıyla beraber, Necmeddin Tufi, İbni Recep ve İbn Lahham tarafından geliştirildi. Şiilerde (Zeydiler’de) Ahmed b. İsa b.Zeyd,İmam Zeyd’in yöntemini geliştirdi. Caferiler için her ne kadar İmam Şafii’den önce usul ortaya koydular, denilse de on iki imam dan sonra bağımsız içtihad yapıldığı genel kabul görmektedir.

Bu kavrama dair sınıflandırma zaman içerisinde özelliğe dayalı sınıflama halini aldı.Dolaysıyla şeri kaynaklar olarak da adlandırılan; Kur’an, Sünnet,İcma,Kıyas,Maslahat,İstihsan,Örf,İmam Görüşü,Sahabi Görüşü ve Devamlılık Karinesi özelliklerine dayalı süreç haline geldi.

Yazar bu sınıflandırmanın farklı mezheplerden farklı isimlere sahip “deliller” arasındaki benzerliği ve benzer isimlere sahip “deliller” arasındaki fark gözden kaçtığını, özelliğe dayalı yada isme dayalı sınıflandırmanın artık günümüzde kullanılmadığını özellikle 20. YY’dan sonra farklı sınıflamalar ile gerçekleştiğini, bir çok İslam aliminin özelliğe yada isme dayalı olan sınıflamaları asıl delil olarak kullanmadığını yardımcı delil olarak kullanıldığını belirtir
.

Yazar bazı çağdaş sınıflamalardan bahseder ve bunların değerlendirmesini yapar daha sonra ise bir sınıflama önerisinde bulunur.

İslam ve toplum üzerine, özellikle de “siyasal İslam” üzerine yapılan günümüz araştırmaları sıklıkla, “İslam ideolojilerinin tipolojisi” diye başlar. Bu tipolojilerin amacı, çeşitli gruplar, siyasetçiler ve düşünürleri tanımlayarak ve etiketliyerek onlarla “başa çıkma” stratejisine karar vermektedir.Bu araştırmalarda, “ideoloji” birazda yazarların kendi ideolojileri ve hedeflerine bağlı olarak farklı şekilde tanımlanmıştır.

  1. Gibb,W.smith, A.Hourani,L.Binder,H.Mintjes ve R.Humphrey gibi yazarların yaptığı “klasik” sınıflamalarda bu “ideolojiler” üç popüler gruba ayrılmaktadır;Gelenekçilik/fundamentalizm, Modernizmve Sekülerizm.

Yazara göre bu bu İslam hukukunun sınıflaması değil olsa olsa İslam dünyasında batılı siyasi hakimiyete gösterilen tepkilerin sınıflamasıdır. John Esposito bu tutumları “muhafazakar”, “neo gelenekçi”, “reformcu” ve “seküler” şeklinde sınıflandırdı. Yvonne Haddad ise bu “tutumlara” veya “eğilimlere” atıfta bulunarak onları, “neo normatifçi”, “normatifçi” ve “kültürleşmeci” olarak sınıflandırdı.

Bir diğer sınıflamayı ise Bernand RAND’ın İslamcılık üzerine hazırladığı raporda yer alan sınıflamayı ele alıp değerlendirdi. Son olarak nassa dayalı sınıflamar diye adlandırdığı, İslam’ın asli kaynaklarına dayalı bazı yaklaşım tipolojileri de mevcuttur. Bu tipolojiyi öneren alimler “lafızcı” ve “batılılaşma” arasında “yeniden ihya” veya “reform” görüşünü ortaya koymaktadır. Özellikle Arapça fıkhi eserlerde rağbet gören (Nida Yayınları’nın bastığı Yusuf el Karadavinin “Makasıdu’ş Şeria” kitabı da bu üç sınıflamayı ele almaktadır.) sınıflama şu şekildedir;

1-      Lafızcılık yada durağanlaşma; Lafızcıların veya neo lafızcıların genellikle nassların lafzi anlamlarını esas alıp maksadları görmezden geldiğini belirtmektedir. Durağanlaşma İslami mezheplerin takibine “neo lafızcı” örnekte ise Hanbeli mezhebinin selefi/Vehhabi yorumun atıfta bulunmaktadır.

2-      Sekülerleşme yada batılılaşma; Çağdaş felsefe yada yönteme dayanarak ana akım İslam düşüncesi ve hukukunun “radikal eleştirileri”ne verilen isimdir.”Batı medeniyetinin temel felsefi bir referans olarak almanın sonucunda ortaya çıkan, sekülerist aynı zamanda kendi akılları uğruna İslam’i nasslardan vazğeçmekle suçlanmaktadırlar.

3-      Orta yolcular yada ihya; Bu, yukarıdaki iki görüşün arasında bir görüş ileri süren yeni bir İslam hukuku okuludur. Orta yolcular, genellikle kendilerini, belli bir geleneksel mezhep ile sınırlamazlar, onun yerine gerçek hayat durumlarında insanların maslahatını sağlamak için bu okulların görüşlerinden tercihte bulunurlar.

Yazar bu ayrımı birkaç yönden eleştirmektedir. Bu tasnif de “ideal tipler”inde tutarlılık iddiasında bulunan dar ayrımına dayanmaktadır. Örneğin “lafızcılık” bazen nassların lafzi anlamlarına sıkı sıkıya tabi olmayan onun yerine popüler gelenekleri önceleyen yöntemi de kullanmaktadır. Orta yolcu okul mezheplere katı biçimde riayetten vazgeçilmesine katkıda bulunmuştur ancak mezheplerin ve nassların yeniden yorumlanmasında pek çok sayıda yöntem bulunmaktadır ve bunlardan bazıları haklı olarak “modernist” ve hatta “sekülerizm yanlısı” olarak da sınıflanabilirler. Orta yol akım “Abduh ve Reşit Rıza’yı mutediller arasında görmekte halbuki Abduh’un fikirlerinde batı felsefesinin önemli etkileri vardır.Modernizm tarafından şu yada bu şekilde etkilenen “modernist” yaklaşımlarla, postmodern felsefenin, şu yada bu şekilde etkilendiği “postmodernist” İslam hukuku arasında farklar vardır.

Yazar nassların hüccet düzeylerini ele alıp,hüccet ile batıl tevil arasında; Delil (hüccet) savunmacı tevil,tevil edilmiş(müevvel), destekleyici delil(isti’nas),hafif eleştiri(fihi’şey),radikal tevil ve geçersiz tevil (batıl) şeklinde sınıflandırmıştır.

Son olarak yazar “Gelenekçilik”, “İslami Modernizm” ve “Postmodernizm” olarak sınıflama önerisi sunmuş ve bunları akımlara ayırmıştır.

Gelenekçilik; Skolastik gelenekçilik,neo  skolastik gelenekçilik, neo lafızcılık akımları olarak sınıflandırmış,

İslami Modernizm; Yeni reformcu tevil, savunmacı tevil, diyaloğu esas alan tevil,maslahatı esas alan teorler ve usül revizyonizmi şeklinde sınıflandırmıştır.

Postmodernizm; Postyapısalcılık,tarihselcilik,eleştirel hukuk araştırmaları,postkolonyalizm,neo akılcılık,karşıt akılcılık ve sekülerizm şeklinde sınıflandırmıştır.

Gerileme dönemi

H 7. Asırda genelde İslam medeniyetinde, özelde İslam hukukunda ciddi bir gerileme dönemi yaşandı. Gerileme Dönemi olarak bilinen devir Moğolların H 656 yılında bağdadı ele geçirmesiyle, daha sonra alimler imam ve talebelerinin görüşlerini “nassun fi’l mezhep” (mezhebin nassı) şeklinde isimlendirmeye başladılar. Teoride olmasada uygulamada bunlara Kur’an ve Sünnet’in üzerinde bir yer verildi. Artık İmamların ve Talebelerin içtihad yapmalarına izin verilmedi bazı istisnai durumlar hariç. Alimler kendinden önceki eserleri özetlendirmeye bunu da son derece soyut şerhlerle ve anlamsız şiirlerle yaptılar. Bunun sonucu olarak mezhepler arası bölünmeler sosyal ve dini her alana ulaştı çatışmalara zaman zaman büyük şehirlerin harap olmasına bile yol açtı.

Devamı; http://www.mucahidpalevi.com/2020/05/27/islam-hukuk-felsefesi-makasidus-seria-3/

One thought on “İslam Hukuk Felsefesi “ Makasıdü’ş Şeria” (2)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir