
1-Ana Kaynaklar (Kur’an ve Sünnet)
Yazar Kur’an toplanması ve kitap haline getirilmesi gibi tarihsel süreçten bahsettikten sonra Osman Nüshası üzerinde bütün mezheplerin ittifak ettiğini, bazı Şiilerin Kur’an eksiktir dediği söyleminin asılsız olduğu hiçbir şii kaynakta böyle bir iddianın olmadığını söyler. En meşhur olan Osman Nüshası olduğunu bütün mezheplerde ana kaynak olduğu, İbni Mesud’un Nüshasının da sadece Hanefilerde hukuk için geçerli olduğunu belirtir.
Yazar, Kur’an’ın metnini konular, ilkeler ve yüksek değerler açısından okuma yöntemi, Kur’an’ın maksada dayalı anlaşılması için Kur’an’ı “birleşik bir bütün” olarak algılamaya dayandığını belirtir. Bu bütüncül yaklaşımla gelenekte “Hüküm Ayetleri” olarak bilinen az sayıdaki ayet Kur’an’ın tüm metnine genişleyecektir. İtikat,peygamber kıssaları, ahret ve kainat ile ilgili ayetler, bütüncül bir resmin parçaları haline gelecek Şer’i hükümlerin anlaşılmasında rol oynayacaklardır. Bu aynı zamanda geleneksel hüküm çıkarma(tahrici menat) yöntemleriyle “çıkarılan lafzi nedenler”in yanı sıra, hükümlerin amacı olmasını sağlayacaktır.
Sünnetin ise peygamberin söz,fiil ve onayı olduğu bununla birlikte, açıklama,tahsis,sınırlandırma,bağımsız yasama olarak ele aldıktan sonra Peygambere atıf edilen hadisleri; Yasama fiilleri,Ona özgü fiiller ve Beşeri fiiller olarak sınıflandırdı. Geleneksel hadis ilimlerinde hadislerin sınıflandırılmasını ravilerin sayısı açısından üç kısımdır;
Hadislerin çoğunu ahad hadis oluşturduğu için Ahad hadislerin sıhhat şartları ise, aşağıda senet ve metin olarak şartları belirtimiştir.
Hadislere maksada dayalı bir yaklaşım, Hz.Peygamber’in hayatı ve sözlerine ilişkin bütüncül algıdan haraket eder. Bu yöntem sünnetin bütüncül bir resmini ortaya çıkartır. Açık İslam’i değerlere uyuşmayan hadislerin sıhhatı sorgulanacaktır. Bu “sistematik uyumsuzluk” gelenekte olan içeriğin uyumsuzluğundan(şuzuzu el-metn) farklıdır. İki fark şu şekilde açıklanabilir.
İçeriğin Uyumsuzluğu; Bir rivayetin( aynı veya farklı bir raviye ait) başka bir rivayetle çatışmasıdır.Fakihler burada bu iki rivayeti uzlaştıramıyorsa,bu durumda “daha az kesin” olan rivayetin uyumsuz olduğunu düşünür.
Sistematik Uyumsuzluk; Nassların bütüncül bir şekilde anlaşılmasıyla anlaşılan, “İslam’ın genel ilkeleriyle uyumsuzluktur.” Builke aynı zamanda hadislerin Kur’an’ın ilkelerine ne kadar uyduklarına dair hadisin sıhhatını belirleyecektir.
Resulullah’dan bize rivayet yoluyla gelen haberleri Nebevi maksatlar ve niyetler çerçevesinde ele almamız gerekir. Mezheplerde rivayetin hangi tarihi,siyasi,sosyal veya ekonomik yada çevresel bağlamında ele alındığına değinmez,genellikle bağlamın anlaşılması ve uygulanması ravinin yada fakihin tahminine bırakılır. Yukarıda bahsedilen bütüncül resim işte bu eksikliklerin üstesinden gelinmesine yardımcı olacaktır. Tüm bu nedenler çerçevesinde hadisler incelenip ona göre değerlendirilmelidir. Yazar Nebevi maksatları İbn Aşur’dan şöyle örneklendiriyor;
1-Teşri niyet; Hz. Peygamber veda hutbesinde “ İbadetlerinizi benden öğrenin, zira bu seneden sonra bir daha haccedip edemiyeceğimi bilemiyorum” buyurmuş daha sonra“burada olanlar olmayanlara iletsin” demiştir.
2-Hakimlik Niyeti; Hadramutlu bir adam ile Kindeli bir adam arasındaki ihtilafı çözmesi, bir bedevinin ey Allah’ın Resulü aramızda hükmet demesi üzerine onun ile hasmının arasını bulması vb.
3-Önderlik Niyeti; Hayber muharebesinde eşek eti yemenin yasaklanması, çorak arazilerin işlenmesine izin vermesi.
4-Barıştırma Niyeti; Kab b. Malik, Abdullah ibn Ebu Hedred’in borcunu geri vermesini talep edince, Peygamber Kab’dan borcunun yarısının düşmesini istedi Kab’da razı oldu.
5-Tavsiye Niyeti; Beşir, oğullarından birine özel bir hediye verdiğini söyleyince Peygamber ona “bütün oğullarına aynısını verdin mi?” diye sormuş,Beşir “hayır” deyince Peygamber “beni haksızlığa şahit etme demiştir.”
İşte bu örneklerden de görüleceği gibi, İbn Aşur’un hadislerin delaletini genişletmesi, geleneksel yöntemdeki hadislerin “amaçlılığını” yükseltmekte ve hadislerin yorumlanmasında daha fazla esnekliğe izin vermektedir.
2-Nassa Dayalı Akli Deliller
Bu kısımda yazar icma,kıyas,maslahat,istihsan,Seddi zera-i,örf,imamların görüşleri,sahabenin görüşleri,Medinelilerin uygulamaları ve süreklilik karinesi gibi delilleri detaylı bir şekilde ele almıştır.
İcma; fıkıh mezhepleri tarafından “mutlak” kaynak olarak kabul edilmişse de ironik gerçek icmanın tanımının üzerinde bir icmanın olmayışıdır. Aşağıdaki şekil İcma konusundaki bazı farklı görüşler ele alınmıştır.
İhtilaf sadece bununla kalmayıp icma üyeliği için gerekli bilgilerin ne olması gerektiği konusunda da ihtilafa düşmüşlerdir yine aşağıdaki görsel bu ihtalıfın karşılaştırmasını yapmıştır.
Yukarıdaki tüm ihtilaflara rağmen, çeşitli fıkıh usulcülerinin çoğu,icmayı “mutlak” olarak kabul etmişlerdir.
Cüveyni,Bağdadi,Şirazi,Semerkandi,Nesefi,Ferre,Serahsi gibi alimler bu şekilde düşümektedirler. Razi ve Amidi’nin de aralarında bulunduğu bazı usulcüler ise icmayı “kesin olmayan” delil olarak görmüştür.
Yazar icmanın geçmişte ilim adamları tarafından fetva tekeli kurmak ve fetvayı belli bir “merkezci” elitle sınırlamak amacıyla kötüye kullanıldığını belirtip icmanın hukuk kaynağı olmadığını,bir şura mekanizması olarak kullanılabileceğini ve kolektif fetva mekanizması yada devlet işlerinde toplumsal katılım olarak kullanılması gerektiğini belirtir.
Kıyas’ın dört unsuru vardır; “Asıl,Fer,İllet ve Hüküm” Kıyas, iki durum arasında veya iki olay arasında yapılır. İlk(asl)olanın hükmü verilmiş ikinci(fer) olanın hükmü ise bilinmemektedir. Kıyas iki durum arasında ortak bir illet(neden) varsa olur ve Asl’daki kıyas Fer’e uygulanır.
Yazar illet,hikmet ve maksatlar arasında farkların olduğunu belirtmiştir. Örneğin hasta veya seyahatte olan Müslümanlara oruç tutmama ruhsatı verilmiştir, belli bir mesafedeki yolculuk yada hastalık bunun illetidir. Bu ruhsatın hikmeti ise “ Kolaylaştırma”dır. Alimler hastalık illetine kıyasla yaşlılara oruç tutmama ruhsatını tanımışlardır ve bu ruhsat “kolaylaştırma” hikmetine dayanmamaktadır. Çeşitli mezheplere mensup alimler hastalık yada yolculuğun”ölçülebilir” yada “belirlenebilir” olduğunu, dolaysıyla illetler için kesin ölçüler olduğunu buna karşılık olarak da “kolaylaştırma”nın ölçülemiyeceğini buna bağlı olarak şartlara göre değişebileceğini belirtmişlerdir. O nedenle hikmet, fıkhi kıyasın geçerli bir kıstası olmayacak kadar şeffaf kabul etmişlerdir.
Hikmetin bu belirsizliğinden dolayı “maksat”a ulaşmak için fakihler maslahatları, maksadlar açısından tanımlamaya başladılar ve böylece uygunluğu “amaçlılıkla” belirlediler. Hanefiler bu amacı istihsan olarak kullandılar. Örneğin,bir kedi bir kaptan su içerse Hanefilere göre onun salyası kabı kirletir ve bu hüküm “haram olan kedi etiyle salyası arasındaki kıyasa dayanmaktadır.” Ancak “evcil hayvanlara bu hükmü uygulamanın zorluğu” nedeniyle Ebu Hanife, bu kabın “temiz ama mekruh” olduğuna hükmetmiştir.Dolaysıyla bu meselede verilecek hükmün kıstası “kolaylaştırma” maksadı olmuştur. Diğer başka mezhepler diğer “amaçları” kullanmıştır, Malikiler “ Seddi-i Zerai”,Hanbeliler “sahabe görüşü” vs. diğer bir söylemle kıyasın makasıd açısından açığını diğer başka delillerle kapatmaya çalışmışlardır. Dolaysıyla bizim kıyasta ve diğer delillerdeki ortak zeminimiz maksatlar olmalıdır.
Mezheplerin ortak zemini olarak makasıd
Bugün 21. YY başlarında keskin”skolastik” ayrımlar, pek çok kişinin “mezhepçi” ayrım olarak algılanmaktan hoşlandığı bir süüni-şii ayrımı şeklini almaktadır. Muhtelif farklar fıkhi ve itikadi alandan ziyade “siyasi” alana ilişkindir. Fıkıha makasıdi bir yaklaşım, kendisini tek bir rivayetle veya cüzi bir hükümle sınırlamayan, aksine genel ilkelere ve ortak zemine atıfta bulunan, bütüncül bir yaklaşımdır. Müslümanların birliği ve barışması yüksek maksadlarının uygulanması, fıkhi detayların uygulanmasına göre daha önceliklidir. Makasıdi yaklaşım, meseleleri yüksek felsefi zemine taşıyarak, Müslümanların siyasi tarihinden kaynaklanan farklılıklarını aşar ve çokça ihtiyaç duyulan barışma ve barış içinde bir arada yaşamayı teşvik eder.
İçtihad için usul kıstası olarak makasıd
Muhtelif usul yöntemlerindeki “makasıd” tahlilleri esas alındığında görülmektedir ki; amaçların gerçekleştirilmesi, birçok geleneksel ve çağdaş teorinin iddia ettiğinin aksine, kıyas ve maslahat gibi bir çok usul yöntemiyle sınırlı değildir. İslam hukunun maksatlarının gerçekleştirilmesinin; tüm içtihad usulünün, isimleri ve yöntemleri ne olursa olsun, dil ve mantık yöntemlerinin, en temel hedefi olmasıdır. Makasıdın gerçekleştirilmesi; İslam hukuk sisteminin açıklığını, yenilenmesini, gerçekçiliğini ve esnekliğini sağlar.
O nedenle; bir içtihadın geçerliliğine, onun “amaçlılık” derecesine yani makasıdı gerçekleştirme derecesine bakarak karar verilmelidir. Bu itibarla eğer bir maksadın delaleti başka bir maksadın delaletiyle çatışırsa, daha yüksek görülen maksada öncelik verilmelidir. Sonuç olarak; içtihad süreci, böylece İslam hukukunda “amaçlılığı” gerçekleştirme süreci haline gelmektedir.
One thought on “İslam Hukuk Felsefesi “ Makasıdü’ş Şeria” (3)”