
İmam Şatıbi, meşhur eseri olan el-MUVAFAKAT kitabının dördüncü cildinde, ilk bahsi sünnet hakkındadır. Yaklaşık yetmiş sayfa Sünnet delilinden bahseden İmam Şatıbi, bu bahsin ana teması olarak Sünnet’in Kur’an’a arzı olarak belirlemiştir. Hz.Peygamber’in Kur’an’da olmayan bir şeyi helal yada haram kılmadığını söyleyen Şatıbi, Sünnet’in Kur’an’a bağlı olduğunu ifade etmiştir.
Yazar kendi yöntemi gereği önce kendi fikrini sunmuş daha sonrasında yapılan itirazları değerlendirmiştir. Nitekim kendi yaşadığı dönemde yaşadığı bölgenin alimleri tarafından tenkide uğramış bid’ad ehli hatta tekfire maruz kalmıştır. Üstad yapılan bütün itirazları, bir arada sunmuş daha sonra ise tek tek cevap vermiştir. Fakat biz bu makalede önce yazarın yorumunu daha sonra yapılan itiraz, yapılan itirazdan hemen sonra itiraza verilen cevabı yazacağız ki anlam bütünlüğü daha kolay hale gelsin ve Üstad’ın kastı anlaşılsın.
SÜNNET’İN YERİ; Sünnet dikkate alınma bakımından Kur’an’dan sonra gelir. Buna şu hususlar delalet eder:
Kitap Kat’i(kesin) sünnet ise zannidir. (kesin değil) Sünnette kat’ilik ancak kısmen söz konusu olabilir; tafsilatta katilikten söz edilemez. Kati olanın, zanni üzerine takdim(öne alma) edileceğinden Kitab’ın, sünnet üzerine takdim edilmesi lazım gelir.
Sünnet ya Kitab’ı beyan (açıklama) etmektedir yada ona ilave bir hüküm getirmektedir. Eğer Kitab’ın içeriği beyan mahiyetinde ise o zaman sünnet, dikkate alınma bakımından ikinci sıradadır. Şöyle ki beyan edilecek şeyin (Kur’an’ın hükmünün) düşmesi durumunda, beyanında (sünnetin) düşmesi gerekir; bunun aksine beyanın(sünnetin) düşmesi durumunda beyan edilecek olan şey(Kur’an’ın) düşmesi gerekmez. Durumu böyle olanın (yani Kur’an’ın) tabi durumda olana takdimi gerekir. Eğer sünnet beyan edici değil de Kitab’a ilave bir şey getiriyorsa o zaman ona itibar Kur’an’a bakıldıktan ve onda aranılanın bulunamamasından sonra olacaktır. Buda Kur’an’ın mertebece sünnetten önce geldiğine delildir. [1]
Yazar bu kısımda Kur’an’ın ilk kaynak olduğunu onun kesinlik ifade ettiğine bağlamış daha sonra sünnetinin ikinci aşama olduğunu ise zanni olmasına bağlayıp sonrasında meşhur hadis olan, Muaz’ın vali tayini sırasında peygamberin neyle hükmedeceksin sorusuna Kur’an, sünnet , ictihad diye sıralamasını delil olarak getirmiş bununla beraber bazı öncü sahabelerin sözlerini delil olarak kullanmıştır.
İTİRAZLAR VE CEVAPLAR;
Bu sonuç tahkikçi alimlerin görüşlerine karşıdır şöyle ki;
İTİRAZ; Alimlere göre sünnet, Kur’an’ın üzerinde hakim konumunda iken Kur’an, sünnet üzerinde hakim değildir. Çünkü Kur’an’ın iki yada daha fazla durumlara ihtimali olabilir, sonra sünnet gelerek bu ihtimallerden kastedilen hangisi ise onu belirler. Bu durumda sünnete dönülmüş Kur’an terkedilmiş olur. Keza Kur’an zahiri olur sünnet gelir ve onun zahir manasından çıkarır. Buda sünnetin takdim(öne alınma) edildiğinin delilidir….. Mesela Kur’an hırsızın elinin kesilmesi hükmünü getirmiştir. Sünnet ise koruma(hırz) altında olan ve nisap miktarına ulaşan malı çalan kimsenin elinin kesilmesi gerektiğini belirterek Kur’an’ı tahsis etmiştir. Yine Kur’an zahir olan her maldan zekat alınması hükmünü getirirken, sünnet bunu belirli mallara tahsis etmiştir….. Bütün bunlar Kur’an’ın zahirinin bırakıldığını ve sünnete itibar edildiğini gösteren örneklerdir.
CEVAP; Sünnet’in, Kur’an üzerinde hakim olmasından maksat, onun öne alınması Kitab’ın atılması değildir. Aksine bu söz, sünnette ifade edilenin, bizzat Kitap’da olunan mana olduğu anlamına gelir. Bu durumda sanki sünnet, Kur’an’ın getirmiş olduğu hükümlerin şerh ve tefsiri mertebesinde olur. Nitekim “İnsanlara indirileni açıklayasın diye..” ayeti de bunun böyle olduğunu gösterir. Nitekim “Erkek ve kadın hırsızın ellerini kesin” ayetini sünnet, açıklayarak elin bilekten kesileceğini, çalınan malın korunan ve en az nisap miktarı kadar olacağını belirtmişse bu haddizatında ayette murat olunan mana olmaktadır. Bu durumda bu hükümlerin Kur’an’la değil de sünnet ile sabit olduğunu söylememiz doğru olmaz. Aynı şekilde mesela İmam Malik yada başka bir müfessir, bize bir hadisin manasını açıklasa bizde onun gereğiyle amel etsek “ şimdi biz Allah’ın veya Resulullah’ın buyruğuyla amel ediyoruz” demek yerine “ biz falanca müfessirin sözüyle amel ediyoruz” dememiz doğru olmaz. Şu halde “sünnetin Kitab’ın üzerine hakim olması” ifadesinden maksat “onun Kur’an’ın açıklayıcısı olması” demektir.
İTİRAZ; Kitap ve sünnetin çelişmesi durumunda usulcüler sünnetin mi yoksa K’itab’ın mı takdim edileceği yada gerçekten çelişki var mıdır yok mudur? bu konuda ihtilaf (görüş ayrılığı) etmişlerdir. ( Yani bu ihtilaftan kasıt bunlardan hangisi daha sonraki bir tarihte gelmişse o öncekini nesh edecektir. Aksi takdirde biri diğerine tercih edilecek ve varsa imkan aralarının bulunması(cem) sağlanacaktır. Buda olmazsa iki delilde düşecek başka delil aranacaktır. “Zanni ile kati arasında çelişki olmaz” sözü akli konularda olan çelişki içindir ancak nakli konularda çelişki olmaz)
CEVAP; Tearuz(çelişki) konusundaki ihtilafa gelince, Deliller bölümünün başında da geçtiği gibi vahid haber, kesin olan bir kaideye dayandığı zaman, amel konusunda makbuldür, aksi takdirde durup beklemek gerekir. VAHİD HABERİN KESİN BİR KAİDEYE DAYANMIŞ OLMASI DEMEK KUR’ANİ BİR MANANIN ALTINA GİRMESİ DEMEKTİR. Nitekim bu sözün manası orada açıklanmıştı. Bu durumda biz, buradaki ile oradaki manayı ele aldığımızda, ayet ile vahid haber arasındaki tearuzun aslında iki Kur’ani asıl arasında meydana gelen tearuz olduğunu görürüz. ( bir sonraki tanımda bunun manası açıklanacaktır.) Dolaysıyla da kat’inin zanni ile tearuzundan(çelişmesinden) değil iki kat’inin birbiri ile tearuzundan söz edilir. ANCAK VAHİD HABER HERHANGİ BİR KAT’İ ESASA (KUR’ANİ BİR MANAYA) DAYANMIYORSA O ZAMAN MUTLAK SURETTE KUR’AN’IN TAKDİMİ GEREKECEKTİR. Kitab’ın mütevatir sünnetle çelişmesi ise vakıa dışıdır.[2]
SÜNNET KİTAB’A DAYANIR; Sünnet, mana bakımından sonuç itibariyle Kur’an’a çıkar ve ona dayanır. Dolaysıyla Sünnet; Kitab’ın Ya mücmelini tafsil eder,[3]ya müşkil olanın açıklanması[4] yada muhtasar olanın izah edilmesidir.[5]Çünkü sünnet Kur’an’ın beyanıdır. “İnsanlara indirileni açıklayasın diye sana Kur’an’ı indirdik.” Ayetinin de delalet ettiği mana budur. SÜNNETTE YER ALIP DA, KUR’ANDA GENEL YADA DETAYLI OLARAK TEMAS EDİLMEYEN HİÇBİR ŞEY YOKTUR.Keza Kur’an naslarının, şeriatın külli esasları ve kaynağı olduğunu gösteren bütün deliller, bu konu hakkında da delil olur. Yüce Allah, Hz.Peygamber hakkında “Şüphesiz ki sen yüce ahlak üzeresin” buyurmuş, Hz.Aişe ise bunu, onun ahlakının Kur’an olduğunu belirterek açıklamış ve onun ahlakını beyan konusunda bu ifade ile yetinmiştir. Buda gösterir ki Hz.Peygamber’in bütün sözleri, fiilleri ve tasvipleri Kur’an’a dayanır ve sonuçta ona çıkar. Çünkü ahlak bu şeylerden ibarettir. Sonra Yüce Allah Kur’an’ı “Her şeyin açıklayıcısı” (NAHL/44) kılmıştır. Bundan da sünnetin genel olarak mündemiç olması gerekir. Çünkü emir ve nehiy, Kitap’ta yer alan şeylerin başında gelir. “Kitab’da biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”, “Bugün size dininizi tamamladım” ayetleri de aynı manayı verir. Dinin tamamlanması Kur’an’ın indirilmesiyle murat olunmaktadır. Şu halde sünnet, sonuç itibari ile Kur’an’da olanın açıklanması olmaktadır. Sünnetin, Kur’an’a dayalı ve sonuç itibari ile ona dayanmasının manası işte budur.[6]
İTİRAZLAR VE CEVAPLAR;
İTİRAZ; Yüce Allah şöyle buyurmaktadır. “Hayır rabbine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar.(Nisa/64)” Bu ayet Hz.Peygamber’in Zübeyr lehine Ensari’den önce bahçesini sulaması hakkında verdiği hüküm sebebiyle inmiştir. Oysa ki bu hüküm Allah’ın kitabında yoktur. Sonra bu ayet ,onun hükmüne razı olmamanın imandan çıkmak olduğunu belirten bir ifade içermektedir. “Allah’a itaat edin, peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eğer bir şey de çekişirseniz onun halini Allah’a ve peygambere bırakın. Bu hayırlı ve netice itibariyle en güzeldir.(Nisa/59)” Allah’a bırakmak kitaba başvurmak, Resulu’ne başvurmak ise sünnete başvurmaktır.
İtirazı yapan “Allah’a ve Peygamberine itaat edin” ifadesi bulunan ayetleri sıraladıktan sonra, Bunlar Allah’a itaatin konusunun Kitabında emredip yasakladığı şeyler olduğunu, Resule itaatin ise Kur’an’da yer almayan bizzat ve bizzat kendisinden gelen emir ve nehiy olduğunu ifade edip bundan dolayı sünnetin Kur’an’dan mündemiç olmadığını ifade ediyor. Sonuç olarak da Kur’an’da yer alan deliller göstermektedir ki, Peygamberin getirdiği emir ve yasaklar, Kur’an’ın getirdiklerine ek olarak katılmaktadır; bu durumda onun ayrı bir şey olması, ona ilave bir şeyler getirmesi gerekir.
CEVAP; Biz sünnetin Kitab’ın beyanı olduğu esası üzerinde yürüdüğümüz zaman, bundan mutlaka onun, Kitab’ın içinde bulunan ve buna yada şuna ihtimali bulunan şeylerin beyanı olması gerekir. Bu durumda sünnet, bu ihtimallerden birini belirler. Şimdi mükellef bu beyan doğrultusunda amel ettiği zaman hem kelamıyla emretmiş olduğu konuda Allah’a hem de beyanın gereği olarak Resulullah’a itaat etmiş olur. Eğer yapılan beyanın aksine hareket edecek olursa, o takdirde beyana muhalif olduğu bu amelde Allah’a isyan etmiş olur. Zira onun bu ameli, Allah’ın muradının aksine işlenmiş olur. Bu haliyle aynı zamanda yapılan beyanın aksine hareket ettiği için Resulullah’a da isyan etmiş olur. Bu iki itaatin ayrı ayrı zikredilmiş olması ayrı ayrı itaat edileceği anlamına gelmez. Hal böyle olunca da zikredilen ayetlerin, sünnet de zikredilen şeylerin Kitap’da bulunmadığını gösteren bir delil olmaz. İtiraz sırasında “Sonuç olarak da Kur’an’da yer alan deliller göstermektedir ki, Peygamberin getirdiği emir ve yasaklar, Kur’an’ın getirdiklerine ek olarak katılmaktadır; bu durumda onun ayrı bir şey olması, ona ilave bir şeyler getirmesi gerekir.” Sözü doğrudur. Ancak bu zikredilen ziyadelik, acaba bir şerhin getirdiği ilave mahiyetinde midir? Yoksa gerçekten Kitab’ta bulunmayan ilave bir mananın getirilmesi kabilinde midir? İşte asıl tartışma noktası burasıdır.
İTİRAZ; Sünnetin terkedilerek sadece Kur’an’a uyulmasını yeren hadisler vardır. Eğer sünnetin içeriği, Kitap’da bulunsaydı, o takdirde Kitap ile amel halinde sünnet hiçbir şekilde terkedilmiş olmazdı. Bu konuda gelen hadislerin bazısı şöyledir. “ Yakında sizden birisi çıkıp ve şöyle der; ‘işte Allah’ın kitabı. Onun içerisinde bulunan helalleri kabul ederiz, onda yer alan haramları haram sayarız.’ Haberiniz olsun! Kim benden bir hadis ulaşır da onu yalanlarsa bu haliyle Allah’ı, Rasulünü ve o hadisi kendisine ulaştıranı yalanlamış olur.”[7] Yine Hz.Peygamber başka bir hadiste “Sakın ola sizden biriniz koltuğuna kurulmuş(şöyle bir tavır sergilerken) görmeyeyim; Ona emrettiğim yada yasakladığım bir şey gelir de şöyle der; Bilmiyorum(böyle bir şey yok) Biz Allah’ın kitabında bulduğumuz şeye inanırız.”[8]
Bu hadisler sünnette, Kur’an’da olmayan bazı şeylerin bulunduğunu gösteren delil olmaktadır.
CEVAP; “Eğer sünnetin içeriği, Kitap’da bulunsaydı, o takdirde Kitap ile amel halinde sünnet hiçbir şekilde terkedilmiş olmazdı.” Sözünüz kabul edilemez, aksine böyle bir durumda sünnet terkedilmiş olur. Çünkü bu durumda Kitab’ın içerdiği manaya sünnet tarafından getirilen beyana iltifat edilmemiş olur.
Sonra hüküm Kur’an’da icmali olur, Sünnette ona detaylar getirilirse bunlar hüküm itibariyle aynı olmaz. Mesela “ Namazı kılınız” emri namaz hükmünü mücmel olarak getirmiştir. Sünnet ise ona açıklık getirmiştir. Böylece beyanda (sünnet) beyan edilen şeyde (Kur’an) bulunmayan manalar ortaya çıkmıştır. Nihai olarak beyan ile beyan edilenin manası aynı şeyi ifade etse de hüküm olarak farklıdır. Dikkat edilirse beyandan önce mücmelin hükmü durup beklemek iken; beyandan sonra gereği ile amel etmek olmuştur. Bu ikisi madem ki hüküm olarak birbirinden farklıdırlar, öyle ise mana itibari ile de farklı kabul edilirler. Dolaysıyla bu açıdan sünnet ayrı gibi mütaala edilir. ( Hadislerde, sünnet hakkında “Kitabın benzeri” şeklinde geçen ifadeler bu noktadan hareketle kullanılmıştır.)
Yazar burada “Namaz kılınız” emrinin nasıl vs. olacağını peygamberin belirleyeceğini söyleyerek aslında Peygamberin teşri yönüne işaret etmiştir. Ancak sünnetin Kur’an’a çıkacağını ifade etmiştir.
İTİRAZ; Kapsamlı bir araştırma göstermektedir ki, sünnette bizzat Kur’an tarafından temas edilmeyen sayılayamayacak kadar çok şey vardır. Bunlardan bazıları şunlardır; Kadının halası yada teyzesi ile bir arada nikahlanması, ehli eşeklerin yenilmemesinin, köpek dişli yırtıcı hayvanların yenilmesinin haram kılınması ,diyet, esirlerin fidye karşılığı kurtarılması, Müslümanın kafir karşılığında kısas yoluyla öldürülmemesi gibi, Hz.Ali’nin rivayet ettiği hadiste işaret etmek istediği şeyler bunlardır. O şöyle demektedir; “ Yanımızda şunlardan başka bir şey yoktur; Allah’ın Kitabı, Müslüman bir kişiye lütfedilen anlayış ve bu sahifede bulunanlar(onlar diyet, esirin salıverilmesi ve kafire karşılık Müslümanın öldürülmemesi.) Daha başka önceden zikredilen bu manada hadisler vardır. Bütün bunlar göstermektedir ki, sünnette Kur’an’da olmayan şeyler de vardır. Bazı alimlerin “Kitap, sünnet için; sünnet de Kitap için bir alan bırakmıştır.” Şeklindeki sözleri de buna işaret eder.
CEVAP; (Yazar bu cevaptan önce sünnetin aslında Kur’an’a dayandığına “Makasıd,Kıyas, vb.” delillerle ispat etmiştir. Ancak biz burada soruların cevabını verdikten sonra bu fasılda saydığı delilleri ayrı ayrı alt başlıklar olarak sunacağız) “Kapsamlı bir araştırma göstermektedir ki, sünnette bizzat Kur’an tarafından temas edilmeyen sayılayamayacak kadar çok şey vardır. Bunlardan bazıları şunlardır; Kadının halası yada teyzesi ile bir arada nikahlanması, ehli eşeklerin yenilmemesinin, köpek dişli yırtıcı hayvanların yenilmesinin haram kılınması ,diyet, esirlerin fidye karşılığı kurtarılması, Müslümanın kafir karşılığında kısas yoluyla öldürülmemesi gibi…)
itiraza gelince; Allah temiz olan şeyleri helal, pis ve iğrenç olanları haram kılmıştır. Bu iki ucun arasında bulunanlardan her birine katılması mümkün olan pek çok şey bulunmaktadır. İşte Resulullah bu konuda gerekli açıklamalarda bulunmuş ve köpek dişli yırtıcı hayvanlar, ile pençeli kuşları yemeyi yasaklamıştır. İbn Ömer’e kirpinin yiyilip yenilmeyeceği sorulduğunda “Ye” diye cevap verir ve “De ki; bana vahyolunanda onu yiyecek kimse için laşe, veya akıtılmış kan yahut domuz eti yada Allah’tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka haram edilmiş bir şey bilmiyorum.” (ENAM/122) ayetini okur. Daha sonra ona Resulullah bunu habaisten (pis) saymıştır denilince “Eğer onu Resulullah söylemişse elbetteki durum onun dediği gibidir.” Demiştir. Bütün bunlar (Kur’an’da) pis ve iğrenç olan şeylerin haram olması esasına dayanır…
Allah nikahta anne ile kızın ve iki kızkardeşin bir arada tutulmasını haram kılmış, ”Bunun dışında kalanlar ise size helal kılındı.”(NİSA/24) buyurmuştur. Resulullah ta kıyas yoluyla bir kadın ile teyzesinin yada halasının bir arada evlenilmesini haram kılmıştır. Zira Allah’ın sözü edilen kadınların bir arada tutulmasını haram kılan illet (birarada tutma) burada da bulunmaktadır. Bilindiği gibi hükmün talili (gerekçesi) kıyasın yönüne işaret eder.
Esirlerin fidye karşılığında salıverilmesine gelince; alimler bunu şu gibi Kur’an ayetlerinden çıkarmışlardır. “Allah inkarcılara, inananlar aleyhinde asla fırsat vermeyecektir. (NİSA/141),”Cehennemlikler ile cennetlikler bir değildir.” (HAŞR/20) Bu ayetler delillikten çok uzaktır. Şu nokta daha açıktır ki eğer bunun hükmü Kur’an’da nass yada vb. işaret eden yollarla olmuş olsaydı, Hz.Ali onu Kur’an’dan hariç tutmaz ve “Bizim yanımızda Allah’ın kitabı ve bu sahifeler var” demezdi. Meselenin hükmü (Kur’an’a) kıyas yoluyla yaklaşımından alınması mümkündür. Çünkü Allah “ Hür karşılığında hür, köle karşılığında köle…” buyurmuş ve hürü, köle karşılığında öldürmemiştir. Kölelik kafirliğin sonuçlarından olmaktadır; öyleyse Müslümanın kafir karşılığında kısas edilmemesi hükmü öncelikli olarak sabit olacak demektir. (Yazarın vardığı sonuca katılmamakla birlikte burada asıl vurgunun kıyas yoluyla Kur’an’a bağlanıldığını belirtiriz.)
Hz.Ali’nin sahifesinin de Kur’an dışında! Söylediği “Kim bir Müslümana hıyanet ederse Allah’ın, meleklerin ve bütün insanları laneti onun üzerine olsun. Allah ondan te tevbe nede bir fidye kabul etmesin” hadisine gelince, bu mana Kur’an’da vardır “Sağlam söz verdikten sonra Allah’ın ahdini bozanlar ve Allah’ın birleştirilmesini emrettiğini ayıranlar ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar, işte lanet onlara ve kötü yurt cehennem onlaradır.”(RAD/25)
İTİRAZ; Sadece Kitap ile yetinme düşüncesi ehl-i sünnetten olmayan nasipsiz kimselere aittir. Çünkü bunlar bu aşırı düşüncelerini “Kitab’ın her şeyi beyan etmiş olduğu” esası üzerine kurmakta ve sünnetin getirdiği hükümleri bir tarafa atmaktadırlar. Bu da onların, ehl-i sünnet yolundan ayrılmaları ve Kur’an’ı , iniş amacına uymayacak şekilde tevil etmeleri gibi bir tutuma girme sonucunu doğurmuştur. Bu konuda Hz.Peygamber’den şöyle bir rivayet gelmektedir; “Ümmetim hakkında en çok korktuğum iki şey vardır; Kur’an ve süt; Kur’an’dan korkum müminlerle tartışmak için onu münafıkların öğrenmiş olmasıdır. Sütten korkuma gelince (onu üretmek için) kırsal kesime giderler (cami, cemaati bırakırlar) şehvetlerine uyarlar ve sonunda namazlarını terkederler.”
Bazı haberlerde şöyle gelmiştir Hz.Ömer şöyle demiştir; “Bir kavim gelecek Kur’an’ın müteşabihi ile sizinle tartışmaya gireceklerdir. Siz onlara hadislerle mukabele edin. Çünkü hadislere vakıf olanlar, Allah’ın kitabını daha iyi bilir.”
Ebu’d Derda ise; “Sizin hakkınızda endişe ettiklerimden biri de alimin sürçmesi ve Münafık ile Kur’an hakkında tartışmaya girmesidir.” Demiştir….
(Bidat ehli)… Burada hadise ancak Allah’ın kitabına uygun düşmesi halinde itibar edileceğini ifade eden bir hadis de zikretmiş olabilirler. Buna göre (güya) Hz.Peygamber şöyle buyurmuştur; “Benden size ulaşan hadisleri Allah’ın Kitabı’na vurunuz; eğer Allah’ın kitabına uygun düşerşe; onu ben söylemişimdir, eğer Allah’ın Kitabı’na uygun düşmezse onu asla söylememişimdir. Allah beni Kitap’la hidayete ulaştırmışken, ben nasıl olur da ona (Kitab’a) muhalefet edebilirim.” Abdurrahman b. El-Mehdi, bu hadisi ancak zındıkların ve Hariciler’in uydurmuş olduğunu söylemişlerdir…… Dolaysıyla böylesi bir görüşe sahip olmak ve ona meyletmek, dosdoğru yoldan ayrılmak anlamına gelmektedir. Allah lütfu ile bizi böyle bir sonuçtan korusun!!!
CEVAP; (Hadislerde ve sahabe sözlerinde) Bahsi geçen kimselerin sünnetin yolundan uzaklaşmış olmalarının sebebi, tamamen reye tabi olup sünneti bir tarafa atmaları yüzündendir; başka bir sebepten dolayı değildir. Şöyle ki; Bilindiği gibi sünnet Kur’an’ın mücmelini açıklamakta, mutlakını kayıtlamakta, umumunu tahsis etmekte ve pek çok Kur’ani ifadeyi ilk bakışta anlaşılan zahiri sözlük manasından çıkarmaktadır. Böylece sünnetin açıklık getirmiş olduğu şeyin bizzat o ifadeden murad-ı ilahi olduğu anlaşılmaktadır. Hal böyleyken sünnet bir tarafa atılır, arzu ve heveslerin peşine uyularak Kur’ani ifadelerin mücerred zahirlerine tabi olunursa, bu yaklaşımın sahibi değerlendirmesinde sapıtmış Kitap hakkında cehaletini ortaya koymuş olur ve körü körüne hareket etmekle olduğu için hiçbir zaman doğruya ulaşamaz. Zira aklın dünyevi işlerle ilgili olarak, çıkar ve zararları isabetli bir şekilde kavrayabilmesi çoğu kez nadirattan olmaktadır. Ahiret konularıyla ilgili konularda ise hem genel hem de detaylarda asla söz söyleyebilecek bir salahiyeti yoktur.
(Hadisin’in Kur’an’a arzı mahiyetinde olan) Hadisten delil olarak kullandıkları şeylere gelince, eğer nakil açısından sahih değilse, onu her iki grubun da delil olarak kullanması mümkün olmaz. Eğer sahihliği sabitse veya kabul edilebilecek bir yolla gelmişşe, o takdirde onun üzerinde durmak gerekecektir. Çünkü hadis ya Allah’tan vahiy yada Hz.Peygamber’in içtihadıdır; ancak bu durumda o Kitap yada sünnetten sahih bir vahye dayandırılmış ve onun kontrolünden geçmiştir. Her iki takdire göre de hadisin Allah’ın Kitab’ı ile çelişki içerisinde olması mümkün değildir. Çünkü Hz.Peygamber kendi heva ve hevesinden konuşmaz ancak onun konuşması kendisine ilka edilen vahiydir. Hz.Peygamberin hata etme görüşünde yürünse bile o asla hata üzerinde devamlı bırakılmaz, derhal tashih edilir ve sonunda o mutlaka doğruya döner. Hiç hata etmeyeceği görüşünden hareket edildiği zaman ise, onun içtihad ederek Allah’ın Kitabı’yla çelişen ve ona ters düşen bir hükümde bulunması öncelikli olarak düşünülemez. EVET, SÜNNETİN KUR’AN’A TERS DE DÜŞMEYEN,UYGUN DA DÜŞMEYEN, AKSİNE KUR’AN’DA SUKÜT GEÇİLEN HÜKÜMLER GETİRMESİ CAİZDİR. ANCAK BU CAİZLİĞİN AKSİNE DELİL BULUNACAK OLURSA (Kİ BU MESELEDE TARTIŞILAN KONU BURASIDIR) O ZAMAN HER HADİS HAKKINDA MUTLAKA ALLAH’IN KİTABINA UYGUN DÜŞME ŞARTI ARANIR. Nitekim zikredilen hadis de bu durumu ortaya koymuştur. İtiraz sadedinde tenkid edilen hadisin manası – senedi sahih olsun, olmasın – doğrudur.[9] Tahavi kitabında hadisin müşkil yönünün beyanı hakkında bu manada bir hadis tahric etmiştir. Abdulmelik b. Said b. Süveyd el-Ensari – Ebu Humeyd ve Ebu Esid senediyle Resulullah’dan şöyle rivayet buyurmuştur. “Benden bir hadis duyduğunuz zaman, onu kalplerniz tanır, tüyleriniz ve tenleriniz ona yatışır ve onu kendinize yakın görürsünüz. Yine benden bir hadis duyduğunuz zaman, kalpleriniz onu yadırgar, tüyleriniz ve tenleriniz ondan ürperir, onun bir münker olduğunu görürsünüz. İşte o hadise ben hepinizden daha uzağım”… Tahavi bunun böyle olduğunu şu ayetlerle delil getirir. “İnananlar ancak öyle kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri titrer”(ENFAL/2) “Peygambere indirilen Kur’an’ı işittiklerinde gerçeği öğrenmelerinden gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün.” (MAİDE/83) Bu ayetler Allah’ın Kelamını dinlerken ehli imanın halini anlatmaktadır….
Hz.Peygamberin söylediğinin, hadisin mana bakımından (Kur’an’a) muhalif değil muvafık olması gerekir. Çünkü eğer hadisler Kur’an’a muhalif olsaydı kalpler ürpermez, kalpler yatışmazdı.
Yine et-Tahavi Ebu Hureyre’den şu rivayeti yapmıştır. Resulullah şöyle buyurmuştur; “Size benden tanıdığınız ve yadırgamadığınız bir hadis rivayet edildiği zaman, ben onu desem de demesem de siz onu tasdik edin. Çünkü ben iyi olup kötü olmayanı emrederim. Eğer size benden yadırgadığınız ve tanımadığınız bir rivayette bulunulursa, onu yalanlayınız; çünkü yadırganan ve tanınmayan birşeyi ben söylemem.” Bunun izahı şöyle; Rivayet, eğer Allah’ın Kitabı’na ve Resulü’nün (mütevatir)[10] sünnetine uygun düşerse kabul edilir… Eğer rivayet muhalif düşüyor Kur’an ve (mütevatir) sünnet tarafından yalanlanıyorsa o zaman onun atılması gerekir ve o rivayetin Resulullah tarafından söylenmemiş olduğu anlaşılır. BUDA AYNEN ÖNCEKİ GİBİDİR. BÜTÜN BUNLARDAN, HADİS DEĞERLENDİRİLİRKEN KUR’AN’A UYGUN DÜŞÜP ONA TERS DÜŞMEMESİ NOKTASININ GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMASININ DOĞRU OLACAĞI SONUCU ORTAYA ÇIKAR. (hadisin Kur’an’a)Yapılan rivayetlerin sahihliği esas alındığında anlaşılan maksat işte budur. Eğer sahih değillerse bile aleyhime delil olarak bir şey gerekmez çünkü kastedilen mana doğrudur. [11]
Buraya kadar yazarın sünnetin değeri ve sünnetin Kur’an’a arzı konusunda görüşünü açıkladık bir sonraki yazımızda ise Üstad Şatıbi’nin sünnette bahsi geçen helal ve haramlarının Kur’an’a dayandığını Makasıd, Kıyas ve Külli Kaideler çerçevesinde nasıl ispatladığını anlatmaya çalışacağız.
[1] Şatıbi el-Muvafakat4 S.5-6 (İZ YAY.-1990)
[2] Şatıbi el-Muvafakat4 S.6-9 (İZ YAY.-1990)
[3] (kapalı olan anlamı açık hal getirir örneğin namaz rekatları)
[4] (yani anlaması zor olan ayetlerin açıklması örneğin “gümüş ve altın biriktirenler varya..” diye devam eden ayetin sahabenin anlamayıp sorması ve katın ne olduğunu öğrenmesi gibi)
[5] ( kısa olan bir olayın hadiste uzun bir şekilde detaylıca ele alınması örneğin “savaştan geri kalmış üç kişinin Allah tevbesini kabul etti..” ayeti gibi.)
[6] Şatıbi el-Muvafakat4 S.9-11 (İZ YAY.-1990)
[7]Taberani el-Esvat da zikretmiştir. Senedin de Mahfuz b. Misver vardır. İbn Ebi Hatim bunu zikretmiş fakat hakkında ne cerh ne de tadile delalet eden bir ifade kullanılamıştır.
[8] Ebu Davut, Sünnet 5 (4/200)
[9] İmam Ebu Yusuf bunun senedinin sahih olduğunu söylemiştir.
[10] (çünkü Hanefilerde ahad hadisin meşhur sünnet ve Kur’an’a arzı vardır bundan dolayı yazarın kastı meşhur sünnet yada mütevatir sünnet olmalıdır.)
[11] Şatıbi el-Muvafakat4 S.11-21 (İZ YAY.-1990)