
Önceki yazımızda dinde Zahir ve Hafi yani dinde asli meselelerin göreceli olduğu bir nassın asli olması için o kimsenin yanında sabit olması gerektiğini dolaysıyla hüccetin ikamesinin şart olduğunu belirtip bu minvalde bir metod belirlemiştik. Bu metod İbn Teymiyye’nin ifade ettiği üzere sahabe, tabiin ve imamların icma ettikleri bir usuldür.
İslam’da Hafi ve Zahir meselelerin göreceli olduğunu savunanların delilleri şu şekildedir;
- Huzeyfe İbn Yaman anlatıyor; “Elbisenin nakışı silinip gittiği gibi İslâm da silinip gider. Hatta oruç nedir, namaz nedir, hac ve umre nedir, sadaka nedir bilinmez. Allah Teâlâ’nın Kitâb’ı (Kur’ân-ı Kerîm) bir gecede kaldırılıp götürülür, yeryüzünde ondan tek bir âyet bile kalmaz. Bir takım çok yaşlı erkekler ve kadınlar kalır ve: ‒Biz atalarımıza yetiştik, onlar lâ ilâhe illallâh cümlesini söylüyorlardı, biz de onu söylüyoruz!” Huzeyfe (r.a) bu hadisi anlatınca orada bulunan Sıla (r.a) kendisine: “O yaşlılar namaz nedir, oruç nedir, hacc nedir, sadaka nedir bilmezken Lâ ilâhe illallâh kelimesi onlara bir fayda sağlar mı?” dedi. Huzeyfe (bu söze) cevap vermedi. Ama Sıla bu sorusunu üç kere tekrarladı. Her seferinde Huzeyfe ondan yüz çevirdi. Sıla (r.a) üçüncü defa tekrar edince: “Ey Sıla, Kelime-i Tevhid onları cehennemden kurtarır.” dedi ve bunu üç kere tekrar etti. (1)
Hakim Nisaburi bu hadisi Buhari ve Müslim’den tahriç ettiği eserinde bulundurarak Müslim’in şartlarına uygundur ancak o tahric etmemiştir, der.(2)
Burada anlaşılacağı üzerine sadece Kelime-i Tevhid’in onları cehennemden kurtarılacağına yeteceğini ifade ediliyor. Özellikle Namaz, Hac, Oruç gibi ibadetlerin mahiyetinin bilinmeyeceğine vurgu yapılıyor. Dolaysıyla onlar için zahir olan bu ibadetler daha sonrakiler için hafi hale gelecek ve sadece Kelime-i Tevhid’in yeterli olacağı bildirilmiştir.
- Kudame ibn Mazun olayı da meşhur bilinen bir olaydır. Hz.Ömer Kudame b. Mazun’u bahreyn valiliğine atar. Carud b. Mualla Kudame’nin içki içtiğini Ebu Hureyre’yi şahit göstererek şikayet etti, Ebu Hureyre içki içerken görmediğini ancak sarhoşken gördüğünü ifade etti. Bunun üzerine Hz.Ömer’in Kudame’nin eşinden de bilgi alarak onu valilikten azledip cezalandırmaya karar verdi sonrasını ise Abdurrezzak’ın “Musannıf” eserinden okuyalım İbn Hacer bu rivayet için sahih demiştir(3). Abdurrezzak Musannef’in de şöyle anlatır. “Ömer Kudame’ye dedi ki: “sana Allahın tayin ettiği haddi uygulayacağım” Kudame dedi ki: “eğer ben onların dedikleri gibi içsem bile bana hadd uygulayamazsın” Ömer dedi ki: “neden?” Kudame dedi ki: “çünkü Allah “İman edip salih ameller işleyenlere; Allah’a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever.” (Maide, 93)” Ömer dedi ki: “Sen tevilini yanlış yaptın, eğer Allah’tan korksaydın Allah’ın sana haram kıldığı şeylerden vazgeçerdin” daha sonra Ömer insanlara şöyle sordu: “Kudame’ye hadd uygulanması konusunda ne düşünüyorsunuz?” dediler ki: “hatsa olduğu müddetçe cezalandırılmasını doğru saymıyoruz” Ömer belli bir dönem bıraktıktan sonra kanaatini değiştirerek “bunun kamçılar altında Allahın huzuruna çıkması, benim boynumda bir cezayı uygulamama sorumluluğuyla Allah’ın huzuruna çıkmamdan daha hayırlıdır” dedi ve Kudame’ye haddi uyguladı.(4)
Görüldüğü gibi Hz.Ömer’in de ikrar ettiği gibi Kudame ayeti tevil etmiş, ve içki ayetini yeterince anlamamıştır. Buna rağmen Hz.Ömer içkinin zahir meselelerden olduğunu söyleyerek onu tekfir etmemiş sadece had uygulamıştır. Bugün cehaleti veya tevili kabul etmeyen kendilerince zahir tanımı ortaya koyanlar aceba bu rivayetler için nasıl bir delil ortaya koymaktadırlar?
- …”Şüphesiz ki Ubeyde b. Cerrah’ın babası Hz.Ömere şöyle bir mektup yazdı; Burada bir adamın kölesi zina yaptığını itiraf etti(ne yapılması lazım?) Hz.Ömer ona yazıp şöyle sorulmasını istedi, aceba onun haram olduğunu biliyor mu? Şayet evet derse ona had uygulayın, şayet hayır derse o bilsin ki o haramdır. Şayet dönerse had uygulayın.”(5)
Hadisten’de anlaşılacağı üzere zina yapan kimse zinanın haram olduğu yapan kimsenin yanında sabit olmama ihtimali ele alınmıştır. Şayet bilmiyorsa bu dinin asli meselesidir, tekrar İslam’a davet gibi bir durum olmamış. O kimseye Müslüman muamelesi yapılıp öğretilmesi emredilmiştir.
Yine Hz.Ömer döneminde bir kadın zinanın haram olduğunu bilmeden zina etmiş ve bunu itiraf etmiştir. Hz.Ömer çevresinde ki Abdurrahman ibn Avf, Hz.Ali ve Hz.Osman’a sormuş ve Hz.Osman şöyle demiştir; “Ona kolaylaştır şüphesiz ki had ancak hükmü bilen kimseye uygulanır, Hz.Ömer; “Doğru söyledin hüküm ancak bilene uygulanır” demiştir.(6)
İbn Teymiyye bu rivayet için şöyle demiştir; “Hz.Ömer devrinde bir kadın zina etmiş, kadın bunu ikrar edince Hz.Osman “Ona kolaylaştır çünkü o bunun haram olduğunu bilmiyordu. Sahabelere onun haber vermediğini açıklayınca ona had cezası vermediler. Nitekim o zinayı hata ile helal saymıştır.”(7)
- Sevri’den rivayet ediliyor; Bir kadın Hz.Ali’ye geldi ve dedi ki; Benim kocam cariyemle zina etti. Kocası dedi ki “ O doğru söylüyor, bana bir çözüm yok mu? Hz Ali; Git ve geri dönme “gerçekten o adamı cehaletinden dolayı reddetti.”(8)
Hz.Ali zina yapan birine bilmemesinden dolayı had uygulamamıştır. Onu küfürle de itham etmemiş zinayı dinin aslıdır nasıl haberdar olmazsın deyip yadırgamamıştır.
İşte sahabe’nin anlayışı bu şekildeydi hükümler ancak bir kimsenin yanında sabit olduğu zaman zahir konumunda oluyordu aksi halde hadler düşürülüyor, uygulanmıyordu.
İbn Teymiyye bu ve buna benzer delilleri getirerek hüccetin ikamesini temel ilke olarak görüyordu ve bir hükmün zahir yada hafi olması ancak kişiye ulaşıp ulaşmamasına bağlı olduğunu ifade ediyordu.
Useymin’de İbn Teymiyye’nin bu metoduna tabii olarak şöyle demiştir; “ Tekfir etmeden önce hüccetin ikamesi vaciptir(gereklidir). Çünkü insanlar her türlü konularda cahil kalabilirler. Meseleler, Hafi ve Zahir diye kısımlandırılmaz. Çünkü bir emrin(hükmün) Zahir ve Hafi olması göreceli bir durumdur. Şüphesiz ki benim yanımda bir mesele zahir olurken bir başkasının yanında hafi olabilir. Bu durumda tekfir de acele etmeden hüccetin ikamesi kaçınılmazdır. Şüphesiz bir kimseyi islam milletinden çıkarmak hoş bir durum değildir.”(9)
Son örnek olarak da sahabelerin ve ulemanın Haricilere bakış açısını da bu konuda örnek olarak verebilir. Nitekim Hariciler sahabeyi tekfir etmiş onlara savaş açmış sahabe ve çocuklarını şehit etmiştir ancak buna rağmen selef ulema onları tekfir edip dinden çıkmış hükmü vermemiştir. Sahabelerinde onları tekfir ettiğine dair hiçbir rivayet yoktur.
Allah Kur’an’da öncü sahabeleri övmüştür ve onlardan razı olduğunu haber vermiştir bundan daha “Zahir” bir mesele var mıdır?
“Muhâcirlerin ve ensarın ilkleri ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da O’ndan razıdırlar. Onlara, sonsuza dek hep içinde kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Büyük bahtiyarlık işte budur.”(Tevbe/100), O ağacın altında sana yeminle bağlılık söz verirlerken bu müminlerden Allah razı olmuştur; onların gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur ve güven vermiş, pek yakın bir fetihle ve elde edecekleri birçok ganimetle de kendilerini ödüllendirmiştir. Allah izzet ve hikmet sahibidir.(Fetih/18)
Şu ayetlerin dinin aslından olması için daha ne kadar açık olması lazım? Ancak malumdur ki Hariciler ayetleri yanlış tevil ettikleri için tekfir edilmemiş bidat ehlinden sayılmıştır.
Sonuç olarak biz bütün bu sahabelerin uygulamasından anlıyoruz ki “Zahir” ve “Hafi” olan meseleler göreceli meselelerdir. Toplumdan topluma, zamandan zamana hatta kişiden kişiye bile değişiklik arzedebilir bundan dolayı asıl olan hüccetin ikamesidir.
Kaynakça;
1- İbn-i Mâce, Fiten, 26
2- Müstedrek Ala Sahihayn 4/468
3- ibni Hacer, “Fethbul Bari”, 13/151
4- Abdurrezzak, “Musannaf”, 9/240-243, hadis 17076
5- Abdurrezzak, “Musannaf”, 7/403
6- Abdurrezzak, “Musannaf”, 7/405
7- İbn Teymiyye “Feteva”, 19/210
8- Abdurrezzak, “Musannaf”, 7/405
9- Useymin Şerhul el-mumti 2/25