
Günümüzde selefi ekol içinden çıkan tekfirci akımlar insanları rahatlıkla tekfir etmektedirler. Türkiye’de bu akımların etkisi pek hissedilmese de İslam dünyasının belli bölgelerinde halen güçlerini korumaktadırlar. Bu tekfirci düşünceye sahip olanlar ile mutedil düşünceye sahip olanlar arasındaki en temel ayırım cehaletin itikadi konularda da mazeret olup olmadığı, buna bağlı olarak hüccetin ikamesi meselesine olan farklı yaklaşımlarımızdır.
Cehaletin mazeret oluşu hakkındaki en önemli meselelerden birisi ise Hüccetin İkame edilmesidir. Yani gerek asli meseleler olsun gerek de feri meseleler olsun İslam’ın iddia ettiği hükmün delilinin kişiye bildirilmesidir. Şayet bu hüküm kendisine bildirilmemişse yani hüccetin ikamesi gerçekleşmemiş ise bu kimse cahil bir kimsedir dolaysıyla sorumlu değildir.
Hüccetin ikamesini iki ana başlık altında değerlendireceğiz. Bunlardan ilki “Fehmul Hucce” dediğimiz delilin, yada hükmün anlaşılması diğeri ise “İntifau’l Şubhe” dediğimiz şüphenin kaybolmasıdır.
İbn Teymiyye bu iki ayrıma şöyle açıklık getirmektedir; “Kendisine delil ulaşmamış veya ulaşmış fakat bir takım yerleri gizli kalarak hakkıyla anlayamamış kişiye delil açıklamak veya anlamış olduğu halde bir takım harici şüpheler veya delillerle hatalı bir tevil yapmış kişiye hakikati açıklamaktırÇünkü bazen kişiye hakkı bilmesi gerektirici naslar(deliller) ulaşmış olabilir ama yanında sabit olamamıştır. Veya o nassı aslen hiç anlamamış da olabilir.(Fehmul Hucce) Bazen de aklına, Allah’ın kendisi sebebi ile o kişiyi mazur sayacağı bilmediğimiz bazı şüpheler oluşabilir. (İntifau’l Şubhe).”[1]
Fehmul Hucce; Kişiye şeri delillerin veya nassların ulaştırılmasından sonra bu kimsenin bu delili anlayıp idrak edebilmesini ifade eder. Bundan yola çıkarak diyebiliriz ki kişiye delilin ulaştırılması yeterli değildir. İbn Teymiyye; “Eğer Allah’a ortak koşanlardan biri senden sığınma talebinde bulunursa, Allah’ın kelâmını işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir.”(Tevbe/6) ayeti hakkında buradaki işitmeden kastın anlama olduğunu ifade etmiş ve arapça bilmeyen kimsenin sadece işitmesi, onun yanında sabit olduğunu ifade etmeyeceğini dolaysıyla kendisine hüccetin ikame edilmesi gerektiği ifade edip hatta arap olanların bile yeterince idrak edemedikleri için Alimlere sorduğunu söylemektedir.[2]
İbn Kayyım hüccetin ikamesinin zamandan zamana, mekandan mekana hatta şahıstan şahısa değişebileceğini ifade etmiş, şahısların imkanlarının farklı farklı olduğunu ifade etmiştir. Şahısların idraki ayırt etme yeteneği değişkendir. Kimilerinde bunlar varken kimilerinde bulunmamaktadır.[3] Bundan dolayı delilin anlaşılması önem arzetmektedir.
Nassların tevili de yine “Fehmül Hücce” bahsinde değerlendirilir. Kişinin nassları yanlış anlamasından yada bazı ilim ehlinin kendinin yanında bulunan deliller ile tevil etmesi de o kimsenin mazeret sahibi olduğunu gösterir. Nitekim bundan dolayı sahabeler haricilerin küfrüne hükmetmemiştir. İlim ehli de Harici, Mutezile vb. grupları tekfir etmemişlerdir. Örneğin Taceddin Subki istiğase, tevessül gibi amelleri helal saymış hatta bunun nebilerin, peygamberimizin ve sahabenin uygulaması olduğunu ifade etmiştir. Bu söylemine rağmen ilim ehli onu tekfir etmemiştir.
Usul alimleri mükellefin şartlarında “Fehm”i şart koşmuşlardır. İmam Gazali ; “ Mükellefi; akıllı ve hitabı anlayan.”[4] Olarak ifade ederken Tufi ise “Akıllı ve hitabı anlayandır. Bu ikisi daima bir arada olur.”[5] Demiştir. Amidi bu konuda icmanın olduğunu bildirmiş bütün alimlerin bunda ittifak ettiğini ifade etmiştir.[6]
Allah Kur’an’da şöyle buyurmaktadır; “Yolun doğrusu kendine apaçık belli olduktan sonra Resûlullah’a karşı çıkan ve müminlerin yolundan başkasını izleyen kimseyi saptığı yönde bırakırız ve onu cehenneme atarız. Orası varılacak ne kötü bir yerdir!”(Nisa/115)
Bu ayet hak kendisine bildirildikten sonra karşı çıkan ki bir kimse mantıken anlamadığı bir şeye karşı çıkmaz dolaysıyla hakka karşı inat eden kimsenin cehenneme gideceğini ifade etmektedir. Başka bir ayette ise “Kendileri için hidayet yolu belli olduktan sonra gerisingeri dönenleri, şeytan aldatıp peşinden sürüklemiş, ve kendilerini boş ümitlere düşürmüştür.”(Muhammed/25) Kendilerine hidayet yolu belli olduktan sonra yüz çevirenler ifadesi bilerek anlayarak yüz çevirenleri ifade eder. Bu minvalde bir çok ayet vardır.[7]
İntifau’l Şubhe; Bir kimse herhangi arizi bir nedenden dolayı oluşan şüpheden dolayı bu kimse tekfir edilmez. Yani içkiyi helal sayan sahabe Kudame gibi, bu kimse için içki ayeti yeterince anlaşılmamıştır taki kendisinden bu şüphe giderilene kadar.Tarih boyuncada bugün de bir çok islami anlayış ve fikir var, bunlar aynı naslar üzerinden farklı çıkarımlar yapmaktadırlar. Dolaysıyla doğru olarak bilinen bir şey bir başkasının yanında doğru olmayabilir. Örneğin tasavvufi bir tarikatte büyümüş bir sufi için istiğase helal iken, selefi bir anlayışta yetişmiş kimse için istiğase haram hatta şirk olabilmektedir. İki tarafın kendilerince sundukları deliller vardır. İşte bu tevilden dolayı iki tarafında birbirini tekfir etmemesi gerekiyor çünkü ortada bir şüphe vardır. İslam tarihinde Ehli Sünnet alimleri Mutezile alimlerini bir bütün olarak küfür ile itham etmemişlerdir. Çünkü onlar kendilerince nasları tevil ediyorlardı. Bu ve bunun gibi bir çok örnek işaret ediyor ki hüccetin ikamesinde kişinin anlamasıyla beraber herhangi arizi bir sebepten dolayı oluşan şüphenin de giderilmesi gerekiyor.
İbn Hazm şöyle demiştir; “Fasık veya kafir olduğunu söylediğimiz tüm durumlarda hüccet ikame edilmediği sürece kişi, her ne kadar hatalı olsa bile yerine göre mazur biri olabilir. Hüccetin ikamesinin özelliği ise, hüccet ulaştığında kişinin yanında, kendisine ikame edilen hüccet ile çatışacak hiçbir şüphenin kalmayacak şekilde açıklanmış olması gerekir.”[8]
Sonuç olarak sadece ilmin, delilin, Kur’an’ın yada sünnetin ulaşmış olması yeterli olmayıp aynı zamanda anlaşılması ve şüphenin giderilmesi de gereklidir.
[1] Fetava/23-246
[2] El‑Cevabu’s‑Sahih Limen Beddele Dine’l‑Mesih-1/221
[3] İbn Kayyım Tarikul Hicrateyn s.608
[4] Gazali Mustasfa 1/83
[5] Tufi Şerhu Muhtasari’r-Ravda 1/180
[6] El-İhkam fi Usulül İhkam 1/50
[7] Muhamme/24, Muhammed/32, Araf/70 vb.
[8] El-İhkam/1-67