İslam kendi yapısı olarak tecdide (yenilenmeye) elverişli bir dindir. Bundan dolayı gerek fıkhi noktalarda olsun gerek kelam olsun tarih boyunca sorunlar çözüme kavuşturulmuştur.
Öncelikle bizim İslam’da Tecdid’den kastımız Hayrettin Karaman’ın ifadesi ile dini değiştirip reform gerçekleştirmek değil “zaman içerisinde zayıflayan dinle irtibatın yeniden güçlendirilmesi” manasıdır. Özellikle bilimin ve tekniğin ilerlediği günümüzde dine olan yaklaşım öncekinden daha farklı durumdadır. Dijital Çağ diye isimlendirdiğimiz çağımız 1980’li yıllarda başlamıştır. Dijital Çağdan önce toplumda İslam’i anlayış veya bilgi aileden yada çevrede tanınan hocadan aktarılarak deneyimleniyordu. Yine o dönemlerde sosyolojik olarak her toplum kendi kitlesiyle etkileşim halinde olduğundan dolayı din ile irtibat daha bir kuvvetliydi. Yani pratikte daha bir ön plandaydı. Tabi bu kıyaslamayı çağlar arasında düşündüğümüz zaman genel itibariyle bir gerilemenin olduğunu görebilir. Ancak günümüz Dijital Çağı’nda İslam’ın pratik hayattaki belirtileri bir önceki döneme oranla daha düşüktür. Resulullah “Sizin en hayırlınız, benim zamanımda yaşayanlarınızdır. Sonra zamanımda yaşayanlara yakın olanlar, sonra da onlara yakın olanlardır.” [1] buyurmuştur. Hasan-ı Basri atfedilen bir rivayette “Biz öyle insanları gördük ki (gördüğü sahabe ve büyük tâbiîni kastediyor) eğer siz onları görseydiniz ‘bunlar mecnundu’ diyecektiniz. Şayet onlar sizi görseydi ‘bunlar şeytandır’ diyeceklerdi.”[2] Bu ifadeler aslında kaçınılmaz olan bir durumdur. Çünkü kültürel etkileşimler, toplumsal gelişimler veya teknoloji yeni şüpheler getirmiş ve oluşan şüphelerde toplumun din ile bağlantısını belirli gerekçelerle zayıflamasına neden olmuştur.
Bu gerekçelerin en önemlilerinden biri, İslam’ın asıl maksadını, gayesini ve anlayışını çağın gerekliliklerine göre belirlemeyip belli bir mezhep, meşrep, şahıs ve anlayışta taassub gösterip sanki bu mezhebin yada şahsın anlayışının dinin kendisiymiş gibi yada İslam’ın tek muhafızı olduğunu düşünmektir. Halbuki Sahabe, Tabiin, İmamlar(mezhep imamları), kendi bulundukları dönem içerisinde İslam’ın genel maksadını ve toplumun maslahatını ve şartlarını gözeterek hüküm beyan etmişlerdir. Bunu uygularken de bir öncekini körü körüne takip etmemiş kendi yaşadığı çağın ve toplumun gereksinimlerine göre hareket etmişlerdir.
Tarih boyunca gerek fıkıh noktasında ki fıkıhtan kastım sadece füru fıkıh değil Usulu Fıkıh’da yine Kelam noktasında ilim ehli gelişim göstermiştir. Ömer b. Abdulaziz hadislerin yazılmasına öncülük ederken, İmam Şafii Usulü Fıkhı sistematik hale getirirken yine İmam Gazali Fıkıh Usülünü kelami bir metod ile yazmıştır. Kısaca her biri kendi dönemi içerisinde tecdidi gerçekleştirmişlerdir.
Tecdidi anlayış sürekli canlılığını korumalı bir şekilde topluma aktarılmalıdır. Ancak bu şekilde körükörüne bir mezhebe bağlanmaktan yada bir şahsa bağlanmaktan yada sadece bir anlayış üzerinden İslam’ı anlamaya çalışmaktan kurtulabiliriz.
Tarih boyunca bilgiye ulaşmanın en kolay olduğu günümüz dünyasında bir çok şüphenin yaygınlaşması kaçınılmaz bir durumdur. Özellikle Tahkiki İmanın gerekli olduğu şu günümüz bir nevi mukallid olmayı kabul etmemekte aksi halde ya ateşli bir militan (bunun örneğini Fetö yapılanmasında görmüştük) yada pasif namazında niyazında ama etliye sütlüye karışmayan Müslüman tiplemesi ortaya çıkmaktadır. En çok günümüz dünyasında tecdide ihtiyaç varken en az gelişim yine bu çağımızda gerçekleşmektedir. Bu anlamda ekonomi, bilim ve ilim noktasında Müslümanların gelişim gösterip güçlü olmak zorundadırlar.
Sonuç olarak özellikle İslam’da Tecdid çok yönlü olmalı, öncelikle İslam’ı doğru anlama noktasında sahabenin, tabiinin veya mezhep imamlarının kimi tikel ictihadları veya yorumları külli bir nassmış gibi çağa uydurulmaya çalışılmamalı İslam’ın temel maksatları ve yukarda da değindiğimiz gibi sahabe, tabiin ve imamlarda olan tecdid ruhu günümüze taşınıp çeğın sorunlarına çözüm bulunulmalıdır.
[1] Buhari “Şehadet” 9
[2] İhya, 3/217