
Tarihselcilik düşüncesini temellendirmeye çalışan bazı yaklaşımlar, Hz.Ömer’in Müellefe-i Kulûb, hırsızlık cezası ve ganimetlerin paylaşımı konularındaki uygulamalarını örnek göstererek onun nassı maslahat gerekçesiyle askıya aldığını ileri sürmektedir. Hatta bu uygulamalarda sahabe icmasının oluştuğu dahi iddia edilmektedir. Ancak bu meseleler dikkatlice incelendiğinde, söz konusu uygulamaların tarihselcilik iddiasına dayanak teşkil edemeyeceği açıkça ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki:
1. Müellefe-i Kulûb Meselesi
Kur’an-ı Kerîm’de zekâtın verileceği sınıflar arasında “kalpleri İslâm’a ısındırılmak istenenler” de zikredilmiştir:
“Sadakalar (zekât gelirleri) ancak şunlar içindir: Yoksullar, düşkünler, sadakaların toplanmasında görevli olanlar, kalpleri kazanılacak olanlar, âzat edilecek köleler, borçlular, Allah yolunda (çalışanlar) ve yolda kalmışlar. İşte Allah’ın kesin buyruğu budur. Allah bilmekte ve hikmetle yönetmektedir.” (Tevbe, 9/60)
Hz.Ömer, Hz.Peygamber döneminde bu sınıfa dahil edilen Uyeyne b.Hısn el-Fezârî ve Hâris et-Teymî’nin zekâttan pay istemeleri üzerine, “Allah İslâm’ı güçlendirmiştir; artık size ihtiyaç kalmamıştır.” diyerek bu talepleri reddetmiştir (Taberî, Târîhu’r-Rusul ve’l-Mulûk, III, 275; IX, 194; İbn Asâkir, Târîhu Dımaşk, IX, 194).
Tarihselci yaklaşım, Hz. Ömer’in bu tavrını nassı askıya alma olarak değerlendirmiştir. Ancak bu değerlendirme isabetli değildir. Hz. Ömer, ayetin hükmünü askıya almamış, aksine bu kişilerin artık müellefe-i kulûb sınıfına dâhil olmadığını tespit etmiştir. Çünkü ayet, belli kişileri değil, belli niteliklere sahip olanları tanımlar. Hz. Ömer’in “Allah İslam’ı güçlendirmiştir…” ifadesi de bu tespitin gerekçesini ortaya koymaktadır. Yani burada nassın hükmüne değil, şahısların durumuna dair bir değerlendirme söz konusudur.
Yusuf el-Karadâvî, bu konuda şöyle der:
“Sebep ne olursa olsun, Hz.Ömer’in görüşüne göre bu kimseler zekât veya diğer gelirlerden pay almayı hak edecek durumda görülmemiştir. Bunlara pay verilmemesi, Hz.Ömer’in bu sınıfı iptal ettiği anlamına gelmez. Zira Hz. Ömer’in böyle bir iddiası olmamıştır.” (Şeriatın Amaçlarını Anlamak, s. 124)
Muhammed Gazâlî ise meseleyi şu örnekle açıklamaktadır:
“Hz.Ömer’in bu uygulamasını nassı devre dışı bırakmak olarak yorumlamak büyük bir hatadır. Üniversitelerdeki bursların ‘başarılı öğrencilere’ verildiğini düşünün. Daha önce burs alan bir öğrenci başarı kriterini kaybederse, ona burs verilmemesi burs sisteminin iptali anlamına gelmez. Aynı şekilde, nass devam etmektedir, ancak kapsamı değişmiştir.” (Şeriatın Amaçlarını Anlamak, s. 127)
2. Hırsızlık Cezasının Uygulanmaması
Hz.Ömer, kıtlık zamanında hırsızlık yapanların elini kestirmemiştir (İbn Kayyim el-Cevziyye, İ‘lâmü’l-Muvakkı‘în, III, 10-12). Bu uygulama bazıları tarafından nassın askıya alınması olarak değerlendirilmiş ve buradan yola çıkarak el kesme cezasının değişken bir hüküm olduğu ileri sürülmüştür.
Oysa İslâm hukukunda had cezalarının şüphe durumunda uygulanmaması esas bir ilkedir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
“Elinizden geldiğince had cezalarını Müslümanlardan uzak tutun. Bir özrü varsa serbest bırakın. Zira imamın affetmesi, ceza vermesinden daha hayırlıdır.” (Tirmizî, Hudûd, 2)
Kıtlık ve açlık zamanında insanların hırsızlık yapması, fiilin zaruretten doğduğu ihtimalini güçlendirir. Ayrıca hırsızlık cezası için gereken “nisab” ve “hırz” gibi şartların varlığı da araştırılmalıdır (İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, c. 4, s. 323). Bu şartların oluşmaması durumunda had cezası uygulanmaz. Dolayısıyla Hz. Ömer’in kararı, nassa değil, suçun şartlarının oluşup oluşmamasına yöneliktir.
Yusuf el-Karadâvî bu konuda şu tespitte bulunur:
“Hz.Ömer, kıtlık yılında zaruret mıntıkasının genel bir zan oluşturduğunu, bu nedenle her hırsızlık olayında ayrıca bireysel bir zaruret araştırmasına gerek olmadığını ifade etmektedir.” (Şeriatın Amaçlarını Anlamak, s. 128)
Bu anlayış, Hanefî mezhebinde savaş zamanında had cezalarının uygulanmaması görüşüyle de örtüşmektedir. Zira savaş gibi olağanüstü durumlarda zaruret hâli oluşur ve bu da had cezalarının ertelenmesini meşrulaştırır.
3. Ganimetlerin Paylaştırılmaması
Hz. Ömer, Irak ve Suriye topraklarının fethedilmesinden sonra, bu toprakların ganimet olarak taksim edilmesini isteyen sahabeye karşı çıkarak bu talepleri reddetmiştir. Gerekçesi ise bu toprakların nesiller boyu kamu yararına kullanılmasını sağlamak ve ekonomik adaleti temin etmektir (Ebû Yûsuf, el-Harâc, s. 24, 27).
İtiraz edenler Haşr Suresi’nin şu ayetini delil göstermiştir:
“Allah’ın o (fethedilen) şehir halkından Resûlü’ne verdiği fey, Allah’a, Resûl’e, (ve Resûl’e) yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Öyle ki bu mallar, sizden zengin olanlar arasında dönüp dolaşan bir servet hâline gelmesin…” (Haşr, 59/7–8)
Ancak Hz. Ömer bu ayeti, devamındaki ayetlerle birlikte anlamış ve “bir zümrenin elinde dönüp dolaşan servet” oluşmaması ilkesini esas alarak toprakların ganimet olarak dağıtılmamasına karar vermiştir. Bu karar, ayetin hükmünü askıya almak değil, ayetin maksadını merkeze alan bir içtihattır. Hz.Muâz b.Cebel’in de bu görüşü destekleyerek, “Öyle bir çözüm bul ki hem öncekileri hem de sonrakileri kapsasın” dediği rivayet edilmiştir.
Bu yaklaşım, Kur’an’ın ekonomik adaleti ve toplumsal dengeyi önceleyen ilkeleriyle de uyumludur. Hz.Ömer, “isar” ve “kin tutmama” gibi ahlaki vurguları (Haşr, 59/9–10) dikkate alarak kamusal menfaati gözetmiştir.
Sonuç
Hz.Ömer’in yukarıda ele alınan uygulamaları, Kur’an’daki hükümleri askıya almak ya da nassı maslahat gerekçesiyle geçersiz kılmak şeklinde değerlendirilemez. Aksine, bu uygulamalar, nassın lafzı ile değil maksadıyla hareket edilen örneklerdir. Hz.Ömer, şartların değişmesiyle nassın kapsamına girmeyen durumlara farklı içtihatlar geliştirmiştir. Bu uygulamalardan tarihselcilik lehine bir sonuç çıkarmak isabetli bir yaklaşım değildir.