Hanefi Mezhebi
Ebu Bekr Ahmed b. Ali er-Razi el-Cessas
Hanefi Mezhebi’nin önde gelen fakihlerinden Cessas, Maide 44 hakkında şöyle demektedir;
“ (Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.) [Mâide, 44] Yüce Allah’ın bu buyruk ile murâdı, Küfrü’ş-şirk ve’l-cuhûd (şirk ve inkâr küfrü) yada inkârın söz konusu olmadığı Küfrü’n-ni’me (ni’metlere küfür) ihtimâlleri dışında kalmaz. Eğer murâd olunan Allah’ın hükmünün inkârı veya Allah’ın hükmü olduğunu öne sürerek ondan başkası ile hükmetmek ise bu, dînden çıkaran küfürdür. Fâili de daha önceden müslüman olsa bile mürteddir. Buna binâen âyetin te’vîli, bu âyetler İsrâiloğulları hakkında inmiştir ve bizim hakkımızda da geçerlidir, diyenlerin görüşü olur. Bu görüştekiler şöyle demektedirler: Bizden de her kim hükmü inkâr eder veya Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmedip sonra da ‘bu, Allah’ın hükmüdür’ derse, İsrâiloğulları bunu yaptıklarında nasıl kâfir olmuş iseler o da onlar gibi kâfir olur. Eğer âyet ile murâd olunan Kufru’n-ni’me ise şüphesiz ki ni’metlere nankörlük inkâr sözkonusu olmaksızın onlarla ilgili şükrü terk edip edâ etmemekle de olur. Bunu yapan da dînden çıkmaz. Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenlere küfür isminin ıtlâkından dolayı ağır basan görüş birinci anlamdır. Hâricîler bu âyeti, Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyi terk edenin onları inkâr etmese bile tekfîrine yorumlamışlardır. Bundan dolayı onlar büyük yahut küçük her türlü günah ile Allah’a isyân edeni tekfîr ederler. Onlar bu yöntem ile küçük günahlarından dolayı peygamberleri tekfîr etme ile küfre ve sapıklığa sürüklenirler.”[1]
Bedruddin el-Ayni
Hanefi Mezhebinin önemli alimlerinden Fakih, Muhaddis, Tarihci ve Dil Alimi olan Ayni bahsi geçen konu hakkında şöyle demektedir;
“Bu ve sonrasındaki iki âyet kâfirler ve yahûdîlerden Allah’ın hükmünü tağyîr edenler hakkında inmiştir. Ehl-i İslâm ile hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü müslüman büyük günah işlese bile ona kâfir denilmez”[2]
Şafii Mezhebi
Muhammed b. Mansûr es-Sem’ani
Şafii fakihi, İmam, Muhaddis olarak anılan Sem’ani bu konu hakkında şöyle demiştir;
“Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.’ [Mâide, 44] el-Berâ b. Âzib bu âyetin müşrikler hakkında olduğunu söylemiştir -ki bu, Hasen el-Basrî’nin de kavlidir-. İbn Abbâs ise âyetin müslümanlar hakkında olduğunu ve bu buyruk ile murâd olunanın (asıl) küfrün altında (dînden çıkarmayan) küfür olduğunu söylemiştir.Bil ki, Hâricîler bu âyet ile delîl getirir ve Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyen kâfirdir, derler. Ehl-i Sünnet ise der ki: Hükmün terki ile kâfir olmaz. Âyet için iki açıklama vardır: Birincisi: Bu âyetin anlamı, her kim reddederek ve inkâr ederek Allah’ın indirdikleri ile hükmetmez ise onlar kâfirlerin ta kendileridir, şeklindedir. İkincisi: Bu âyetin anlamı, Allah’ın indirdiklerinin tümüyle birden (ne tevhîd, ne ibâdât ne de muâmelât ile) hükmetmez ise kâfirlerin ta kendileridir, şeklindedir. Çünkü Müslüman değil kâfir ancak Allah’ın indirdiklerinin tümüyle birden hükmetmeyi terk eder.”[3]
Muhammed el-Ferrâ’ el-Begavî
Yine Şafii Alimlerinden Müfessir ve Muhaddis olan Begavi bu konu hakkında şöyle demektedir;
”Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” [Mâide, 44] Katâde ve Dahhak şöyle demiştir: Bu üç âyet bu ümmetten kötülük işleyenler hakkında değil yahûdîler hakkında nâzil olmuştur. Berâ b. Âzib radıyallahu anhu’dan “Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” “zâlimlerin ta kendileridir.” “fâsıkların ta kendileridir.” âyetleri hakkında şöyle rivâyet edilmiştir: “Bunların tümü kâfirler hakkındadır.”Bu âyetlerin insanların tümü hakkında olduğu da söylenmiştir. İbn Abbâs ve Tâvûs şöyle demişlerdir: “Kişiyi dînden çıkaran küfür ile değil! Evet, bunu yaptığında o buna kâfirdir ancak Allah’a ve âhiret gününe küfreden kimse gibi değildir.” Ata da şöyle der: “Bu, (asıl) küfrün altında bir küfür, (asıl) zulmün altında bir zulüm ve (asıl) fıskın altında bir fısktır.” Bu âyetin anlamı ile ilgili İkrime de şöyle der: “Allah’ın indirdikleriyle onu inkâr ederek hükmetmeyen kâfir olur, kim de onu ikrâr ve kabûl eder ama Allah’ın indirdikleriyle hükmetmez ise zâlim ve fâsıktır.” Abdulazîz b. Yahyâ el-Kinânî’ye bu âyetler hakkında soruldu o da şöyle dedi: “Bu âyetler Allah’ın indirdiklerinden bazısıyla değil tümüyle birden hükmetmeyenler hakkındadır. O hâlde her kim Allah’ın indirdiklerinin tümüyle birden hükmetmez ise kâfir, zâlim ve fâsıktır. Ancak her kim Allah’ın indirdiklerinden tevhîd ile ve şirkin terki ile hükmeder sonra şerîat olarak Allah’ın indirdiklerinin tümüyle de hükmetmese bu âyetlerin hükmüne girmez.” Âlimler şöyle demişlerdir: Bu, nassen sâbit Allah’ın hükmünü açıkça ve kasıtlı olarak reddettiğinde böyledir. Durum kendisine gizli kalan veya te’vîlde hata eden böyle değildir. [4]
Maliki Mezhebi
el-Kadı İbnu’l-‘Arabi
Maliki Mezhebi’nin önemli fakih ve müfessirlerinden olan Kadı İbnu’l Arabi şöyle demektedir;
On Birinci Mes’ele: Yüce Allah’ın: ‘Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.’ buyruğu hakkında. Bu buyruk hakkında müfessirler ihtilâf etmişlerdir. Bazıları şöyle der: (Bu ve devamındaki) ‘kâfirlerin ta kendileridir, zâlimlerin ta kendileridir, fâsıkların ta kendileridir’ buyruklarının tümü yahûdîler hakkındadır. Bazıları da der ki: ‘kâfirlerin ta kendileridir’ buyruğu müşrikler için, ‘zâlimlerin ta kendileridir’ buyruğu yahûdîler için, ‘fâsıkların ta kendileridir’ buyruğu da hıristiyanlar içindir. Ben de bu görüşteyim. Çünkü âyetlerin zâhiri budur. Bu İbn Abbâs, Câbir b. Zeyd, İbn Ebî Zâide ve İbn Şubrume’nin tercîhidir.Tâvus ve ondan başkaları şöyle demişlerdir: Bu, dînden çıkaran küfür değildir. Ancak (asıl) küfrün altında kalan bir küfürdür. Bu da duruma göre değişir: Eğer kendi yanındaki ile onun Allah katından olduğunu öne sürerek hükmederse bu, onu tebdîl etmektir ve küfrü gerektirir. Eğer onunla hevâdan ve ma’siyet olarak hükmederse bu, günahkârların mağfiretine dâir Ehl-i Sünnet’in temel esasına göre mağfiret olabilecek bir günahtır.[5]
İbn Abdilberr
Maliki Mezhebi’nin meşhur muhaddisi, fakihi olan Abdilberr konuyu şu şekilde dile getirmektedir;
“Âlimler hükümde zulmün kasıtlı yapan ve bunun zulüm olduğunu bilen için büyük günahlardan biri olduğunda icmâ etmişlerdir… Derler ki: Bu ümmetten biri bunu yaptığında –Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, rasûllerini ve âhiret gününü inkâr etmedikçe- dînden çıkarıcı küfür olmaz. Bu ma’nâ âlimlerden bir topluluktan Kur’ân’ın tefsîrinde rivâyet edilmiştir. İbn Abbâs, Tâvus, ve Ata bunlar arasındadır.”[6]
Başka bir yerde ise “Bid’at ehlinden bir topluluk: Mu’tezile ve Hâricîler bu konuda sapmış ve Allah’ın Kitâbı’ndan zâhirleri üzere olmayan bazı âyetlerle delîl getirmişlerdir. Meselâ Yüce Allah’ın: ‘Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.’…” konuyu daha açık hale getirmiştir.[7]
Bunlar dışında Müfessirlerden “Kurtubi[8], Taberi[9] tefsirlerine bakılabilir ki bu tefsirler Ehli Sünnet’in tefsirde ana kaynaklarındandır.
İbn Teymiyye
Özellikle Şeyhul İslam İbn Teymiyye’yi sona bıraktım çünkü tekfir ehli onun bir takım sözlerini özellikle Tatarlar hakkında söylediklerini çarpıtıp ondan İbn Teymiyye adına hüküm çıkarmalarıdır.
Hanbeli Mezhebi’nin önemli Alimlerinden olan müctehid, fakih, ve daha diğer birçok İslami ilimlerde eserleri bulunan İbn Teymiyye bu konu hakkındaki nakilleri şu şekildedir;
“İnsan, üzerinde icmâ bulunan bir harâmı helâl veya üzerinde icmâ bulunan bir helâli harâm kılar ya da üzerinde icmâ bulunan bir şerîatı tebdîl ederse fukahanın ittifâkıyla kâfir ve mürteddir. İki görüşten birine göre şu buyruk bunun benzeri bir konuda nâzil olmuştur: “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” Yani o, Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla hükmetmeyi istihlâl eden/helâl sayandır.”[10]
Görüldüğü gibi İbn Teymiyye istihlal etme şartı koşmuştur ki başka bir yerde ise şöyle demektedir;
“Şöyle ki: Kişi müslüman olur ve onda dînden çıkarmayan küfür bulunabilir. Bilakis küfrün altında küfür vardır. Nitekim İbn Abbâs ve ashâbı: “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” buyruğu hakkında: Bu küfür dînden çıkarmayan küfürdür, (asıl) küfrün altında bir küfür, (asıl) fıskın altında bir fısk ve (asıl) zulmün altında bir zulüm vardır.”[11]
Bizim yukarda imamlardan yaptığımız nakilleri İbn Teymiyye şöyle özetlemektedir;
“Selef’in: “İnsanda îmân ve nifak (birlikte) bulunabilir” aynı şekilde “İnsanda îmân ve küfür (birlikte) bulunabilir” sözlerindeki küfür, dînden çıkaran küfür değildir. İbn Abbâs ve ashâbının Yüce Allah’ın: “Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” buyruğu hakkındaki sözlerinde olduğu gibi… Bu âyet hakkında şöyle demişlerdir: Dînden çıkarmayan küfür ile kâfir oldular. Bu konuda Ahmed b. Hanbel ve onun dışındaki sünnet imâmları da onlara tâbi olmuşlardır.”[12]
Tekfir ehlinin en çok kullandığı ve aslında çarpıttığı Tatarlar hakkında da yine İbn Teymiyye helal şartı koşmuştur şöyle ki;
“Onlar İslâm dîni üzere olduklarını iddia ediyor sonra da o kâfirlerin dînlerini müslümanların dînlerine üstün tutuyorlar. Allah’a ve Rasûlü’ne itaatden çok daha fazla bu kâfirlere itaat ediyor, mü’minlerin dostluğundan çok daha fazla kâfirleri dostlar ediniyorlar. Aynı şekilde onların vezîrleri ve bunlardan başka büyükleri İslâm dînini yahûdîlerin ve hıristiyanların dînleri ile bir tutuyorlar. Bu dînleri, hepsi Allah’a götüren çeşitli yollar olarak görüyor ve onları, müslümanlara göre dört mezhebin konumu gibi değerlendiriyorlar. Sonra da onlardan kimi yahûdîlerin dînini, kimi hıristiyanların dînini kimi de müslümanların dînini seçip tercîh etmişlerdir ve bu (dînleri tesviye etme şeklindeki) görüş onlar arasında oldukça yaygın ve galiptir. Hatta bu görüş, onların fakîhlerinde ve âbidlerinde özellikle de ittihâdiyye ve fir’avniyyeden olan cehmîlerinde de vardır. Çünkü onlara felsefe galip gelmiştir. Bu (dînleri tesviye şeklindeki) mezheb ise felsefecilerden pek çoğunun veya çoğunluğunun mezhebidir. (Aralarındaki) Hıristiyanların da pek çoğu veya çoğunluğu ve yahûdilerin de pek çoğu bu görüştedir. Hatta birisi onların âlimlerinin ve âbidlerinin seçkinleri çoğunlukla bu mezheb üzeredir, dese uzak birşey değildir. Bu hususta gördüklerim ve işittiklerim burada sayamayacağım kadardır.
Müslümanların dîninden zorunlu olarak bilindiği ve bütün müslümanların ittifâkıyla sâbit olduğu üzere her kim İslâm dîninden başkasına ittibâ etmeyi veya Muhammed sallalahu aleyhi ve sellem’in şerîatından başka bir şerîata tâbi olmayı tecvîz ederse kâfirdir. Onun küfrü, Kitâb’ın bir kısmına îmân edip bir kısmını inkâr edenin küfrü gibidir.”[13]
İbn Teymiyye Tekfir ehlinin söylediği gibi sırf amellerinden dolayı o kimseleri tekfir etmemiş bilakis İbn Teymiyye’nin bu hükmünün anlaşılması için görüp işittiklerini ifade etmiştir. İbn Teymiyye’nin bu söylemi diğer ehli sünnetin ittifakı çerçevesinde anlışılır. Nitekim İbn Teymiyye’nin bir yandan istihlal şartı getirip bir yandan da sırf amelden dolayı tekfir ettiğini söylemek hem çelişkili hemde iftiradır. Makul ve akli selim bir şekilde bunu değerlendiren bir kimse İbn Teymiyye’nin tekfir ettiği Tatarlar’ın Allah’ın helal kıldığını haram, haram kıldığını helal kıldığı anlaşılmış olacaktır.
Sonuç olarak Ehli Sünnet’e göre Maide 44 ayetinde aynı zamanda itikad olarak helal koşma şartı vardır ancak günümüz tekfircileri kendilerini bu görüş çerçevesinde Ehli Sünnet’e nisbet edenler aslında Ehli Sünnet değil haricilerin düşüncesini benimsemişlerdir ancak bunun farkında değiller.
Not; Kaynak Taraması “Suffagah”dan yapılmıştır.
[1] Ahkâmu’l-Kur’ân,Bâbu’l-Hukmi beyne Ehli’l-Kitâb (4/93)
[2] Umdetu’l-Kârî (24/359)
[3] Tefsîru’l-Kur’ân (2/42)
[4] Meâlimu’t-Tenzîl (3/61)
[5] Ahkâmu’l-Kur’ân (2/127)
[6] et-Temhîd li mâ fî’l-Muvattai mine’l-Meânî ve’l-Esânid (5/74)
[7] et-Temhîd (17/16)
[8] el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân (7/497-499)
[9] Câmiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’ân (8/468)
[10] Mecmûu Fetâvâ (3/267)
[11] Mecmûu Fetâvâ (7/350
[12] Mecmûu Fetâvâ (7/312)
[13] Mecmûu Fetâvâ (28/523)
One thought on ““Maide 44” Üzerine Bir Değerlendirme (2)”