En Yüce İsim “ALLAH”

الله“Allah”   Köken olarak Arapçada الاله   (el-İlahu) kökünden gelmedir. Bu Arapçada dört manada kullanılır;

  • “المعبود” el-Mabud; Yani kendisine ibadet edilen anlamında kullanılır.
  • “الملتجا” el-Multeci; Yani kendisine yönelinen anlamında kullanılır.
  • “المفزوع اليه” el-Mefzu’u ileyhi; Yani kendisinden sakınılan anlamında kullanılır.
  • “المحبوب” el-Mahbub; Kendisi çokça sevilen anlamında kullanılır[1]

Bu dört anlamada baktığımız zaman bütün bu anlamların “Allah” lafzında birleştiğini ve bizi yaratıp yönetene, Vacibul Vucud’a işaret ettiğini görmüş oluruz. Çünkü bizler O’na ibadet eder, ibadetimizde O’na yöneliriz O’na yönelirken hem korkarız sakınırız hemde sevgi muhabbet besleriz.

“Allah” lafzı cenabı hakkın sadece kendisine has kıldığı bir lafızdır ki diğer isimlerin en başında gelmiştir. Ancak diğer isimler bu şekilde değildir. Örneğin Allah’ın bir diğer ismi “Rahman”dır. Ancak merhamet etme sınırlı da olsa beşerde de mevcuttur. “Semi”, “Basar” gibi sıfatlar kısmi de olsa insana nisbet edilebilir ama “Allah” lafzı sadece Cenab’ı Hakka mahsustur.

İmam Gazali bu konuda şöyle demiştir; “… ve yine bu isim Allah’tan başkasına ne hakikat, ne mecaz cihetiyle delalet etmeyeceği üzere bütün isimlerden daha özeldir. Yani daha özellik ve hususiyet ifade etmektedir… Diğer isimler ise böyle değildir ondan başkasına da kullanılıp çağrılabir; Kadir, Alim, Halim gibi…”[2]

Allah Kur’an’da “En güzel isimler Allah’ındır; bu güzel isimlerle O’na dua edin”(Araf/180) diyerek diğer bütün isimleri “Allah” lafzının sıfatı yapmıştır. Yani bizler er-Rahman, er-Rahim vb. derken bunların hepsinin Allah’ın sıfatları olduğunu ifade ederiz. Buda “Allah” lafzının diğer hepsinden en önemli olduğunun delilidir.

Allah lafzı aynı şekilde “Cenab’ı Hakk’ın” Uluhiyyetine delalet eder ki yaratılan herşeyin Allah’a ibadet ettiğini gösterir. Nitekim Allah Kur’an’da şöyle buyurmuştur; “Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tespih etmektedir.” (Haşr/1) gökte ve yerde olan her şeyin Allah’a işaret etmesi her şeyin bir düzen çerçevesinde kendi üzerine düşeni yapması Allah’ı tesbih ettiğini ifade eder.

Örneğin; Bulut, 0,01mm[3] çapındaki milyonlarca su damlacığını kendisinde barındırıp yoğunlaşır bulut halini alır daha sonra bu Allah’ın dilediği bir yere yağmur olarak düşer. İnsanlar bundan faydalanır ve ihtiyaçlarını giderir. Biraz tefekkür ettiğimiz zaman bulutun aslında hiçbir kudretinin ve bilincinin olmamasına rağmen Allah’ın ona vermiş olduğu vazifeyle Allah’ı tesbih etmiş oluyor. Peki, kendisini üstün bir varlık olarak yaratan biz aciz ve akli selim olan insan, Allah’ı yeterince tesbih ediyormusun?

Allah’ın Uluhiyyet sıfatı herşeyi O’nun yarattığı ve yarattığı her şeyin O’nu tesbih etmesi onun varlığının ve birliğinin en büyük delillerinden biridir.

“Allah” lafzı mana itibariyle Allah dışında hiçbir gücün ve kuvvetin onunla eşit tutulamayacağını gösterdiğinden dolayı. Kulların ve yaratılan her şeyin zorunlu olarak O’na ibadet etmesini boyun eğmesini zorunlu hale getirmektedir.

Nitekim Allah bu iddiasını Kur’an’da şöyle ifade etmektedir.

“De ki: “Söyleyin bakalım: Suyunuz çekiliverse, size kim temiz bir akar su getirir?”(Mülk/30)

Allah’ın insan oğluna hayat kaynağı olarak bahşettiği su çekilirse Allah’dan gayrısının hiçbir şekilde bu suyu var etmesi mümkün değildir. Hal böyleyken kulun Allah’a ibadeti ve şükrü zorunlu hale gelmiş olmaktadır.

Kur’an üç yönden insanın yaratıcısına yönelmesi için dikkat çekmiştir;[4]

  • Fıtrat; Allah insanı Tevhidi fıtri yaratmıştır. Yani sadece bir İlaha yönelip ona ibadet etmeyi Allah kulların fıtratına yerleştirmiştir. Nitekim Allah Kur’an’da şöyle buyurmaktadır. “Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum/30) Fıtrat’ın Allah’a yönelmenin delili olduğu dünyada sınırlı ve geçici olanların verdiği hazzın ve lezzetinin de sınırlı olduğunu gösterir dolaysıyla hiçbir obje Allah’a olan ibadetin verdiği hazzı vermemektedir. Bu gerek Müslüman gerek Müslüman olmayan pek çok kimse tarafından da ifade edilmiştir.

Ünlü matematikçi Pascal çok zengin dünyada herşeyi elde edebilme imkanına sahip olmasına rağmen şöyle demiştir; “Bütün insanlar mutluluğu arar. Bunun hiçbir istisnası yoktur… Bütün insanlar şikayet etmektedir; prensler, hizmetçiler, asiller, halk, yaşlı, genç, güçlü, zayıf, eğitimli, cahil, sağlıklı, hasta, her ülkede, her zamanda, her dönemde, her şartta… Boş yere etrafındaki her şeyle boşluğu kapamaya çalışır, o şeylerden hiçbiri ona yardımcı olamaz, çünkü bu sonsuz boşluk ancak sonsuz ve değişmez bir objeyle yani Allah ile kapatılabilir.”[5]

İnsanda bulunan doğal arzular “Yaşam arzusu, Korkuların giderilme arzusu, Mutluluk arzusu, Gaye arzusu, Adalet arzusu, Başkaları tarafından iyi davranılma arzusu vb. Arzular detaylı bir şekilde incelenince aslında İnsan fıtratının Allah inancı Yani Tevhid üzere yaratıldığını ifade etmektedir[6]

  • Akıl; Aklın mahiyetini dikkatlice inceleyen bir kimse farkına varacaktır ki Akıl Allah’ın varlığının delillerinden biridir. Bu konuda Kur’an’da Tefekkür ayetleri buna delildir. Nitekim Allah şöyle buyurmaktadır;

 

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda aklıselim sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru!  (Ali İmran/190-191 )

 

“Güneşi aydınlatıcı, ayı ise aydınlık yapan, yılların sayısını ve hesaplamayı bilesiniz diye ona menziller belirleyen O’dur. Allah bütün bunları hikmet ve fayda esasına göre yarattı. Bilme kabiliyetinde olanlar için de âyetlerini detaylı bir şekilde gözler önüne seriyor. Geceyle gündüzün farklı olmasında, Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı bunca varlıkta, O’na saygısızlıktan sakınanlar için büyük işaretler vardır.”(Yunus/5-6)

 

“Gökleri görebileceğiniz bir direk olmaksızın yükselten, sonra arşa istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah’tır; her biri belirlenmiş bir vakte kadar akıp gitmektedir. İşleri Allah düzenliyor; âyetleri de açıklıyor ki rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız.” (Rad-2)

İşte bu ayetler kişiyi Aklını kullanmasını tefekkür etmesini sonuç olarak işlerin Bir tek ilaha döneceğinin farkına varmasını zorunlu kılıyor.

 

İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye (rah) bir grup inkarcı insan gelmişti. Bunlar Allahu Teala’nın varlığını ve alemlerin yaratıcısı olduğunu inkar ediyorlardı. Bu meseleyi İmam-ı Azam’la tartışmak ve müslümanları şüpheye düşürmek istiyorlardı. Adamların niyet ve dertlerini bilen İmam-ı Azam (rah), söze şöyle başladı:

“Bu konuya girmeden önce size bir şey soracağım: Şu Dicle nehrinde bir gemi var. Başında bir kaptan, içinde bir yardımcı eleman yokken, kendi başına hareket ediyor, sahile yanaşıyor, içine yiyecek, içecek ve bir sürü malzeme dolduruyor; sonra kendi başına yol alıyor, gideceği yere gidiyor, bu yükleri orada boşaltıp geri dönüyor. Siz buna ne dersiniz ? Adamlar hep bir ağızdan:

“Bu olacak iş değil, böyle bir şey kesinlikle meydana gelemez. Kendi başına bir geminin bunları yaptığı nerede görülmüş?” dediler. O zaman İmam gereken cevabı verdi:

“Bir geminin tek başına bu işleri yapması imkansız olunca, üstüyle altıyla şu koca kainatın kendi başına kurulması, hareket etmesi, içinde bunca varlıkların yaşaması nasıl mümkün olur? Adamlar sustular, bu alemin ve kendilerinin sahipsiz olmayacağını fark ettiler. [7]

  • İlim; İlmin varlığı yine bizleri Allah’ın varlığına ve birliğine yani Uluhiyetine götürmektedir. Nitekim Allah Kur’an’da şöyle buyurmaktadır;

 

“Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi?” (Fussilet/53)

 

Buradaki “Afak” evrenin uçsuz bucaksız derinliği ve kişinin kendi nefsinde olanları ifade ediyor.[8]

Bilginin ve teknolojinin bu denli geliştiği günümüzde bilimin Allah’a işaret ettiğini ancak Allah ile gerçek manaya ve mantıklı bir temele oturduğunu farkediyoruz. Gerek insan vücudunda gerek deniz diblerinde gerekse gökyüzünde yapılan yeni yeni keşifler. Allah’ın varlığının ve birliğinin birer nişanesi haline geliyor.

Sonuç olarak bizler her “Allah” deyişimizde aslında ne kadar derin ve değerli bir lafız kullandığımızın farkına varmalı. Herşeyin ancak Allah (c.c) ile anlamlı hale geldiğinin bilincine varıp ona yönelmeli hakkıyla kul olmaya çalışmalıyız. Nitekim Hz. Peygamber, Lebîd’in, “İyi biliniz ki Allah’tan başka her şey bâtıldır, her nimet de şüphesiz zevâle mahkûmdur” beytini takdir ederek, “Hiçbir şairin ağzından bundan daha doğru bir söz çıkmadı” demiştir.[9]

[1] El-Minhecül üsne fi şerhi Esmaül Hüsna Dr. Zeyn Muhammed s.71

[2] İmam Gazali Esmaül Hüsna

[3] Wikipedia/ Bulut

[4] El-Minhecül üsne fi şerhi Esmaül Hüsna s.74

[5] Caner Taslaman Fıtrat Delili s.23

[6] Detaylı bilgiler için bak “Fıtrat Delili” Caner Taslaman s.24

[7] Aliyyü’l-Kâri, Şerhu Fıkhı’l-Ekber,22

[8] Diyanet Vakfı Meali

[9] TDV/ LEBÎD b. REBÎA

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir