Sünnet’in Teşrii Üzerine

Sünnetin teşri yönünü ortaya koymanın en mantıklı ve usuli anlamda en sağlam yolu Ahad Hadis ve “Mütevatir”, yada “Meşhur” veya “Mahfuz” dediğimiz, nesiller boyunca aktarılan uygulamalı sünneti birbirinden ayırmakla olur. Nitekim Sahabe döneminden, özellikle Mutezile ve Hariciler dışında ki ( bunlarda ahad hadisi kabul etmiyor belli başlı kriterler çerçevesinde kabul ediyor.) Ehli Sünnet’in Hanefi ve Maliki yorumunda bariz bir şekilde uygulanmaktadır. İmam Şafii ise Haberi Vahidi delil olarak kabul etmiş, onda da bazı şartlar aramıştır. örneğin “Mürsel” olmaması ve Ravilerin “Sika” olması vb. ancak bariz bir şekilde biliniyor ki ilk dönem de Ahad Haberler zan ifade ettiği için tek başına delil değildi.

Hanefi Mezhebi Ahad Hadisi (ne kadar sahih olursa olsun) delil olarak kabul etmiyordu. Hanefi Mezhebi’nin Haberi Vahid’i konusunda şartları şunlar;

1- Haberi Vahid Kur’an’ın Umumunu Tahsis edemez, O’nu neshedemez. Çünkü Kur’a’ın Umum lafızları kesinlik ifade ederken Haberi Vahid zannidir kesinlik ifade etmez.

2- Hanefi Mezhebine göre Haberi Vahid, Meşhur Sünnete Muhalif olamaz. Şayet Haberi Vahid, Meşhur Sünnet’e Muhalif ise o zaman o delil olarak kabul edilmez.

3- Hanefi Mezhebi’n de Haberi Vahidin Ravisi için Fakih olma şartı koşmuşlardır. Şayet Rivayet eden Fakih değilse o zaman o hadis ile amel etmek yerine kıyası veya ictihadı tercih etmişlerdir. Bu fakih olma şartına “Ebu Hureyre ve Enes b. Malik” gibi sahabeler de dahildir. Bu sahabeler Hanefi Mezhebine göre fakih değildir. (Fakih olma şartı ittifakla olmakla beraber Ebu Hureyre’nin Fakih olup olmaması konusunda ihtilaf mevcuttur.)

4- Rivayet eden kimsenin sonradan Rivayet ettiği şeyin aksine amel etmesi durumunda o rivayeti (Haberi Vahid olan rivayeti) kabul etmemişlerdir.

Bu durum Ahad Hadisleri inkar etme, bir bütün olarak uydurma olduğunu ifade etme anlamına gelmiyor. Ancak günümüzde yaygın olanın aksine Ahad Hadislerin hüküm ifade etmediğini dolaysıyla hüküm bina ederken öncelikle Kur’an’ın umumunun ve Meşhur Sünnet’in önceliğine dikkat çekmişlerdir. Böylece aslında ictihad alanını da çok geniş tutmuşlardır. Cessas’ın söylediğine göre şayet Ahad Haberler Meşhur Sünnet’in umumu ile örtüşüyorsa o zaman hüküm olarak kabul edilir oda Ahad Hadisin hüküm bildirmesinden değil zaten Meşhur Sünnette sabit olduğundan dolayıdır.

Benzer durum yine Maliki Mezhebi’n de söz konusudur.

Maliki Mezhebi;

1- Kur’an’ın zahirini Ahad Hadisten öncelikli kılmıştır. Örneğin; “Bir kimse, oruç borcuyla ölürse, yakını onun yerine orucunu tutar.” (Buhârî, Savm 42; Müslim, Sıyâm 153) Hadisi üzerine bu hadisin Kur’an’ın “Kimse, Kimsenin günahını yüklenemez”(Necm-38) ayeti ile örtüşmediğinden amel etmemişlerdir.

2- Medine Halkının genel uygulamasını Haberi Vahid’e tercih etmişlerdir. Her ne kadar İmam Malik’e atfedilen bir metod olsada aslında İmam Malik’ten önce de oldukça yaygın olan bir metod nitekim İmam Malik’in Hocası Rebia b. Abdurrahman (Bu alim tabiin neslindendir ve Reye oldukça önem vermiştir.) ; “Bin kişinin bin kişiden nakli, bence bir kişinin bir kişiden nakline göre daha iyidir” demiştir. İmam Malikte özellikle Medine Ehlinin uygulamasını bir teşri kaynağı olarak görmüş Kur’an’ın zahirine arzetmekle beraber bu uygulamaya da arzetmiştir.

3- Maliki Mezhebi’nin özel bir sünnet tanımı vardır. Bu sünnet söylemi literatürdeki söz fiil ve takrirden ziyade nesiller boyu uygulamayı ifade eder. Bu yönüyle aslında bir nevi Hanefi Mezhebi’n de olan “Meşhur Sünnet” tanımı ile örtüşmektedir. Muvatta’da İmam Malik’in Peygamber yada Sahabeden özellikle ilk dört Halife’den bir hadis rivayet eder sonra şöyle bir değerlendirme de bulunur; “Bu aynı zamanda bizde olan sünnettir” yada sıkça “Bizim uygulamamız budur” veya “Üzerinde görüş birliğine vardığımız uygulama şudur(elemru muctemeun aleyh)” bazende “Yerleşmiş olan sünnet şudur” (kad madat es-sunnetuhu) gibi ifadeler kullanır. Bu ifadeler çok bariz bir şekilde aslında ilk neslin “Haberi Vahid ile Sünnet” tanımını birbirinden ayrı
değerlendirdiklerinin bir göstergesidir.

Bu nokta ciddi önem arzeder, Ahad Hadisler “Kur’an’ın” genel evrensel ilkeleri çerçevesinde Ahlaki bir değer ortaya koyar, bu anlamda bir bütün olarak Ahad Hadisler reddedilip uydurma olarak kabul edilmemeli, ancak Kur’an’ın umum (genel) bir hükmü Ahad Hadis ile sınırlandırılmamalı yada Kur’an’ın sessiz kaldığı hüküm bina etmediği konularda Ahad Hadislere dayanarak Farz, Vacib gibi hükümler getirilmemeli. İctihadın ve Rey’in önü açılmalıdır.

Örneğin Kur’a’ın haram kılmadığı sol elle yemek yemeyi Ahad Hadisle haram kılınmamalı, bunun aslında örfi olduğunu Hadisin sosyolojık nedeni ve Maksadı ortaya konulmalı.

Sonuç olarak aslolan Kur’an’ın Hüküm koyması aynı şekilde Resulullah’ın teşri yetkisini ortaya koyan Mütevatir uygulamalardır. Ahad hadisler ve ictihad ile Toplumun maslahatına Maksada bakılarak sabite olmayan yani değişken olma ihtimali taşıyan fetvalar verilmelidir. Hüküm Kur’an ve Mütevatir uygulamada olurken değişken olan fetva Maslahata göre Ahad Hadisten ve İctihaddan gerçekleşmeli böylece İslam Hukukun da hiçbir surette donukluk gerçekleşmiyecektir.

En iyisini Allah bilir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir