Sözün Zahirinden Dolayı Tek’fir: Elfaz-ı Küfür ve Lazımul Mezhep Üzerine Bir İnceleme

Özet

Bu makalede, elfaz-ı küfür (küfür içerikli sözler) ve bunların dolaylı anlamları (lazımul mezhep) üzerinden kişiyi tekfir etmenin İslam düşüncesindeki yeri ele alınmıştır. Şevkânî, İbn Hacer, Şâtıbî, İbn Teymiyye ve İbn Hazm gibi alimlerin görüşleri detaylı şekilde analiz edilerek, sözün zahirî anlamının esas alınmasının önemi vurgulanmış, dolaylı manalara dayalı tekfirin caiz olmadığı ortaya konulmuştur. Ayrıca, günümüzde elfaz-ı küfür kapsamında ele alınan bazı aceleci yaklaşımlarda değerlendirilmiştir. Çalışmanın sonucunda, tekfirde ilmî titizlik ve ihtiyatın zorunluluğu vurgulanmıştır.

Giriş

Lazımul mezhep, kelime anlamı itibariyle “bir görüş veya mezhebin zorunlu sonucu” demektir. Bir kimsenin açıkça ifade etmediği, fakat benimsediği görüşten mantıki olarak çıkan sonuçlara işaret eder. İslam düşüncesinde, bir görüşün zorunlu mantıki sonuçları, ancak kişi bu sonuçları bilerek ve isteyerek kabul ederse ona nispet edilebilir. Aksi takdirde, kişinin iradesi ve bilgisi dışında ortaya çıkan dolaylı sonuçlar, bizzat kişinin görüşü sayılmaz. Bu prensip, özellikle tekfir gibi ağır sonuçlar doğuran meselelerde hayati önem taşır.

Bu bağlamda, elfaz-ı küfür meselesiyle lazımul mezhep arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Zira bir sözün zahiri açıkça küfür ifade etmese de, sözün taşıdığı dolaylı anlamlar (lazımul mezhep) küfür sonucuna varabilir. Ancak İslam alimleri, tekfirde sadece sözün açık ve zahir anlamını esas almayı, dolaylı mantıki çıkarımlara dayanarak kişiyi tekfir etmemeyi esas prensip olarak belirlemişlerdir. Bu çalışmada, elfaz-ı küfürün değerlendirilmesinde lazımul mezhep anlayışının etkisi ve alimlerin bu konudaki yaklaşımları incelenecektir.

Lazımul Mezhep Kavramı ve Elfaz-ı Küfür ile İlişkisi

Lazımul mezhep, kelime olarak “bir mezhebin, görüşün zorunlu sonuçları” demektir. Bir kimsenin benimsediği bir görüşün, onun açıkça ifade etmediği ancak o görüşten zorunlu olarak çıkan sonuçlarla ilişkilendirilerek değerlendirilmesi anlamına gelir.
Tekfir bağlamında bu, kişinin söylediği sözün doğrudan küfür içermemesi, fakat mantıki olarak küfre yol açan dolaylı bir sonuca varması durumunda, bu sonuç üzerinden kişiyi tekfir etmek demektir.

İslam uleması, umumiyetle, lazımul mezhebin kabul edilmeden kişiye nispet edilemeyeceği ve dolayısıyla bu tür dolaylı sonuçlarla kişiyi tekfir etmenin caiz olmadığı görüşündedir. Elfaz-ı küfür bağlamında da aynı prensip geçerlidir: Bir sözün doğrudan açık bir küfür ifade edip etmediği esas alınır; sözün dolaylı sonuçları üzerinden hüküm verilmez.

Lazımul Mezhep Üzerine Alimlerin Görüşleri

Şevkânî’nin Görüşü

Şevkânî (ö. 1250/1834), dolaylı anlamlara dayanarak tekfirin büyük bir hata olduğunu ifade eder:

“Bir şeyin gerektirdiği ile tekfir etmek, en büyük yanlışlardandır. Dinini tehlikeye atmak isteyen kişi, böyle bir yönteme başvurması halinde, kendi nefsinin cinayetini işlemiş olur.”
(Şevkânî, Es-Seylu’l-Carrâr, c. 4, s. 580)

Şevkânî burada iki önemli noktaya dikkat çeker:

1. Zanla hüküm vermek, kesin bilgiye dayanmadan kişiyi küfürle itham etmek demektir. Bu ise dinin muhafazası açısından büyük bir tehlike teşkil eder.

2. Dinî sorumluluk, şüphe üzerine değil, kesin bilgi ve açık beyan üzerine bina edilir. Dolayısıyla dolaylı anlamlar üzerinden tekfir, kişinin kendi dinî bütünlüğüne zarar verir.

İbn Hacer el-Askalânî’nin Yaklaşımı

İbn Hacer, tekfirde kişinin iradesinin ve bilgisinin rolüne işaret eder:

“Sözü açık küfür olan veya söylediği sözün gerektirdiği mananın küfür olduğu kendisine açıklandığında, bu manayı kabul eden kişi hakkında küfür ile hükmedilir. Ancak sözünün gerektirdiği manayı kabul etmeyip reddeden kişi hakkında, sözünün gerektirdiği mana küfür de olsa, küfrüne hükmedilmez.”
(Sehâvî, Fethu’l-Muğîs, c. 1, s. 334)

Burada İbn Hacer, dolaylı anlamı sadece kişinin açık kabulü durumunda bağlayıcı sayar. Kişi sözünün doğuracağı sonuçları reddederse, bu sonuçlar ona nispet edilemez. Bu, özellikle hata, cehalet veya dil sürçmesinin olabileceği durumlarda adaletin korunması açısından önemlidir.

Şâtıbî’nin Görüşü

Şâtıbî, meal yoluyla (dolaylı sonuçlar) tekfirin yanlış olduğuna dikkat çeker:

“Muhakkik usûl alimlerine göre meal yoluyla meydana gelen küfür, kişinin açık zahiri ile meydana gelen küfür gibi değildir. Zira kafir bile o meal edilen sonucu reddedebilir.”
(Şâtıbî, el-İtisâm, c. 2, s. 292)

Şâtıbî’nin vurguladığı nokta şudur:

Kişi, sözünün doğurabileceği felsefi sonuçları her zaman bilmez ve onaylamaz.

Sözlerinin dolaylı sonuçlarından dolayı tekfir edilmesi, adaletsizlik olur. Buda lazımul mezhebin bağlayıcı olmaması gerektiği prensibine kuvvetli bir destek sağlar.

İbn Teymiyye’nin Tahlili

İbn Teymiyye meseleyi şöyle ele almaktadır:

“Kişinin mezhebinin gerektirdikleri, o kişi bunları kabul edip savunmadıkça mezhep olarak ona nispet edilemez.”
(İbn Teymiyye, Mecmû‘ul-Fetâvâ, c. 20, s. 121)

İbn Teymiyye’ye göre, bir sözün mantıki sonuçları, kişinin iradesi ve kabulü olmadıkça ona isnat edilemez. Böyle bir isnat, yalancı bir iftira olur. Bu yaklaşım, modern hukukta da “niyet ve bilinç” unsurunun cezada esas alınması prensibine benzemektedir.

İbn Hazm’ın Yaklaşımı

İbn Hazm ise bu konuda şöyle der:

“İnsanları sözlerinin te’vili ile yani dolaylı manaları ile tekfir etmek yanlıştır. Bu, hasıma iftira ve söylemediğini ona söyletmek gibidir. Ancak sözün açık ifadesi ve kişinin açık akidesi ile tekfir edilir.”
(İbn Hazm, el-Fasl, c. 3, s. 294)

İbn Hazm’ın vurguladığı esas nokta şudur:

Sadece açık beyanlar dikkate alınır. Dolaylı sonuçlar, niyet ve iradeye dayanmadığı sürece, kişiye yüklenemez.
Bu görüş, ümmet içinde zulmü ve haksızlığı önlemek için büyük bir garanti sağlar.

Günümüzde Elfaz-ı Küfür Fetvaları ve Sorunlar

Günümüzde, kimi tekfirci grupların islam ulemasının elfazı küfre dair fetvalarını usulden bağımsız olarak Alimlerin sadece zahiri ifadelerinden veya cümlelerinden yola çıkarak tekfir düşüncelerini inşa etmektedirler. Ancak yukarıda da ortaya koyulduğu üzere alimlerin ortaya koyduğu usul ve esaslar dikkate alındığında şu görülür:

Bir sözün küfür olduğuna hükmetmeden önce bağlamı, niyeti, bilgisi ve kastı araştırılmalıdır.

Cehalet, hata ve dil sürçmesi gibi ihtimaller göz önünde bulundurulmalıdır.

Dolaylı çıkarımlar üzerine tekfir yapılması, dinin özüne ve alimlerin usulüne aykırıdır.

Özellikle Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) şu hadisi bu konuda temel ölçüdür:

“Kim kardeşine ‘kafir’ derse, bu söz ikisinden birine döner.”
(Buhârî, Edeb, 73; Müslim, İman, 111)

Bu hadis, aceleci tekfirin kişiyi büyük bir günahın eşiğine getirebileceğini açıkça göstermektedir.

Sonuç

İslam alimlerinin beyanları göstermektedir ki, bir Müslümanı sadece söylediği sözün dolaylı anlamları (lazımul mezhep) üzerinden tekfir etmek caiz değildir.

Tekfir için;

Açık ve şüphesiz bir küfür ifadesi olmalı,

Kişi bu ifadeyi bilinçli ve isteyerek kabul etmeli,

İrade ve kasıt olmadan, dolaylı sonuçlardan dolayı kişi sorumlu tutulmamalıdır.

Bu hassasiyet, ümmetin birliğini koruma, adaleti sağlama ve dini hükümlerde zulümden kaçınma açısından hayati öneme sahiptir.

Kaynakça:

Şevkânî, Es-Seylu’l-Carrâr, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.

Sehâvî, Fethu’l-Muğîs, Kahire: Mektebetü’l-Külliyyâti’l-Ezhariyye.

Şâtıbî, el-İtisâm, Beyrut: Dâru’l-Kütüb el-İlmiyye.

İbn Teymiyye, Mecmû‘ul-Fetâvâ, Riyad: Mektebetü’l-Maârifi’n-Nashr.

İbn Hazm, el-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehvâ ve’n-Nihal, Beyrut: Dâru’l-Cîl.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir